Evliliğin en büyük heyecanı şüphesiz gerdek gecesidir. Çünkü hep o geceyi hayal edersiniz. Bunu hayal etmekte herkesin hakkı. Mutlu bir evliliğin başlangıcı ve temelleri bu gecede atılır. Ancak bu özellikle genç kızlar için büyük bir korku gecesi olur ve bir çok soru akıllarını meşgul eder.
Özellikle ilk gece ağrı olurmu, kan gelir mi, acaba nelere dikkat etmeliyim, ilk cinsel deneyimi için en uygun pozisyonlar hangileri gibi bir çok soru kafa yormakta.Sizi bu dertten kurtaracak öneriler aşağıdaki gibidir.
Yan Yana Cinsel İlişki Pozisyonu
Erkeğin üste olduğu pozisyonla çok benzer olup; tek fark partnerler yan yanadır. Buradaki tek zorluk, yüz yüze durumunda partnerlerden bir tanesi, bacağını partnerin üstüne atması gerekiyor. Bu da zaman zaman krampla sonuçlanabiliyor. Kadın erkeğe sırtını verdiği durumda, yavaş ve rahatlatıcı ilişki elde etmek mümkündür. Hatta bu pozisyonda uyumak bile mümkündür.
Arkadan Cinsel İlişki Pozisyonu
Bu pozisyonda uygun bir pozisyon olup kadın dizinin üstünde durup erkek arkadan penisiyle vajinaya girer. Bazı insanlar bu pozisyondan nefret eder. Nedeni ise; hem duygusallıktan yoksun, hem de “erkek egemenliğini” vurgulayan bir pozisyon olması.
Bazı erkeklerin bu pozisyondan hoşlanması ise özgürlüğün olması ve gücün kullanabilinmesinden kaynaklanır.
Oturur Vaziyette Pozisyon
Yavaş bir seks için uygulanmakla beraber özellikle ilk gece yani gerdek gecesi için uygundur. Erkek ya iskemlede oturur veya yerde bağdaş kurarak. Kadın erkeğin üstüne oturur. Yüz yüze veya sırt yüze bakarak da olabilir. Bu pozisyon birbirinizi okşamak, birbirinize sarılmak ve yakın ten teması için idealdir.
Ayakta Cinsel İlişki Pozisyonu
Bo pozisyon zor bir pozisyon olmakla beraber başarılı olmakda her baba yiğidin harcı değildir.Penisin vajinaya girebilmesi güç olabilir. Kadınlar genelde erkeklerden daha kısa boylu oldukları için, kadının ya merdiven basamağında ya da duvardan destek alması ile bu pozisyonda başarı elde edilebilinir.
Diğer bir yöntem de kadın yüzünü ya duvara veya tutunabileceği herhangi bir şeye verir, erkek de vajinaya arkadan girer. Bu pozisyon, yüz yüze olan pozisyondan çok daha kolaydır.
Kadının Üstte Olduğu Pozisyon
En çok tavsiye edilen pozisyonlardan birdir ve uygulanması gereken en önemli pozisyondur.Çünkü seksin hızı kadının kontrolü altındadır. Bu pozisyonda bir kaç varyasyon vardır. Kadın her iki diziyle erkeğin kalçasını sarar. Penisi içine aldıktan sonra ya dizlerinin üstünde sekse devam eder ya da bacaklarını uzatarak. Ayrıca erkeğin üstünde dimdik oturarak da ilişkiye devam edebilir. Bu pozisyon erkek için de oldukça uyarıcıdır ve kadının göğüslerini okşama fırsatı verir.
Bazen bu pozisyonda kadın erkeğe sırtını dönerek erkeğin üstünde olur. Bu pozisyon, her iki taraf için farklı duygular yaratsa da, yüz yüze olmamanın verdiği dezavantaj burada da geçerlidir.
Erkeğin Üstte Olduğu Pozisyon
En klasik pozisyon budur ve bütün erkekler pozisyonda başlar; erkek üstte, kadın altta, yüz yüze.
Günümüzde basında bu pozisyon, olumsuz eleştirilere maruz kalmaktadır. Belki eski moda olduğundan, belki de ataerkil olduğundan dolayı.
Esasında bu pozisyon, o kadar da kötü değildir. Kuvvet almak, sevgilinizle yakın temasta olmak ve hamile kalmak isteyenler için, bu pozisyon idealdir. Kadın iki bacağını yana doğru açabilir veya bacaklarını göğsüne doğru çekebilir. Bu her iki pozisyonda erkek kadının en hassas dış cinsel organına elle manipülasyon için erişemez, ama ilk pozisyonda göğüslerine erişebilir.
Bir kaç varyasyon deneyinBirinci Varyasyon
Kadın iskemlede veya alçak bir yatağın ucunda oturur, erkek dizlerinin üzerinde penisiyle vajinaya girebilir. Seks terapistleri her ne kadar bu pozisyonun klasik pozisyondan daha da zevk verici olduğunu iddia etseler de, çoğu insan bu pozisyonun yakın temas konusunda eksik kaldığını düşünmektedir.
İkinci Varyasyon
Kadın karnının üstüne yatar ve erkek arkadan vajinaya girer. Çoğu kadın için bu pozisyon, G-noktasını uyarır ama penisin rahim boynuna çarpması da acı verebilir. Yüz yüze olamama dezavantajı olsa bile çoğu çiftin favori pozisyonu arasındadır.
gerdek gecesi resimli anlatım
14 Mayıs 2010 Cuma | Gönderen ask zaman: Cuma, Mayıs 14, 2010 0 yorum
Etiketler: Kadın Sağlık
ZAYIFLATMA SEKTÖRÜNE DİKKAT
Yaz yaklaştıkça kilolu kadınların telaşlanması adetten, telaşın nedeni de fazla kiloların yol açtığı beden biçimi, özellikle de selülitler. Ne var ki estetik kaygılar bazı kadınların paniğe kapılıp yanlış arayışlara yönelmelerine sebep olabiliyor.Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU
[Eyvah yaz geliyor]
Kilolu kadınların yaz telaşı bana göre anlamsız ama tatlı bir telaştır. Anlamsızdır; çünkü kilo sorununun sebep olduğu estetik problemler kimsenin ömründen bir dakika çalmaz. Tatlı, keyifli bir telaştır; çünkü kadınlar hayatın estetik yanıyla fazlaca ilgilidir. Zarfın mazruftan daha önemli hale geldiği günümüzde kilo ve selülit sorununun estetik yanını önemsememekse öyle kolay başarılacak bir şey değil. Ne var ki kozmetik-estetik kaygılar bazı kadınların paniğe kapılıp yeni ve yanlış arayışlara yönelmelerine sebep olabiliyor.
Bu arayışların genellikle hiçbir işe yaramadığı da kesindir! Kilo vermenin (ya da kilo almamanın, sağlıklı bir kilo aralığında kalmayı başarmanın) veya selülitle mücadele etmenin yolu sağlıklı beslenmek ve aktif bir hayat sürüp enerji fazlasını yakmaktan ve kendini hoş görmekten ibarettir ama çoğu kadın ne diyet yapmayı ne azıcık hareket etmeyi ne de kendini hoş görmeyi göze alamıyor.
YAĞLARI MI ERİTELİM, HÜCRELERİ Mİ PARÇALAYALIM
İşte o zaman işler karışıyor, hatta zıvanadan bile çıkabiliyor. Sonuçta “şu hapları yut, yağlarını bir ayda erit” gibi saçma sapan ve hatta zararlı olabilen öneriler ya da “şu aletle yağlarınızı parçalayıp kırarak sizi hemen zayıflatabiliriz” gibi tavsiyelere yenik düşülüyor.
Özetle “yaz yaklaşıyor, bikini sezonu kapıda, eğer sahillerde yağsız ve de selülitsiz boy göstermek istiyorsanız yağ yakan haplardan ya da yağ hücrelerini parçalayan yeni teknolojilerden faydalanın” önerileri bugünlerde tavan yapmış durumda.
Bu önerilerden birini ve birkaç gün önce yayınlanan bir röportajı okuyan bir hastamın anlattıklarını duyunca canım sıkıldı. Canımı sıkan önerinin saçmalığı değil, öneriyi yapanın bir doktor olmasıydı. Hekim arkadaşımıza göre bu yeni yöntem “özellikle karın, bel bölgesi ve basenlere uygulandığında iyi sonuç veriyor. Bu alet sayesinde ses dalgaları belirli bir derinlikte odaklanıyor ve yağ hücreleri bu dalgaların yarattığı yüksek basınçta patlatılıyor.” Patlayan bu yağ hücrelerinin başına gelenler ise çok enteresan, fizyolojik ve biyokimyasal kuralların tümünü altüst ediyor: “Çeperleri çatlayıp patlayan yağ hücreleri hücrelerin arasına sıvı olarak yayılıyor. Hücre değil amit mübarekler! Sonra da damar sistemleri aracılığıyla karaciğere gidiyor. Karaciğer bu yağları (her nasılsa!) tıpkı yemeklerden gelen yağlar gibi doğal bir şekilde metabolize ediyor, bağırsaklara aktarıyor ve bağırsaklar yoluyla vücudunuzdan atıyor”. Bu mükemmel hikaye kulağa hoş geliyor ama ne yazık ki sadece hoş bir masaldan ibaret.
AMAN DİKKATLİ OLUN
Değerli okur, öyle görünüyor ki sizin ilaçlarla, otla, çöple kilo verme konusundaki arzularınızı kazanca çevirmek isteyenlere yenileri eklenmiş. Onlar şimdi de icat ettikleri “abdülmucit kesbiçer” teknolojilerle de size yardımcı olmak niyetindeler. Aman dikkatli olun!
Aklınıza “hocam bu hapların ya da teknolojilerin hiç mi işe yarayanı yok” diye bir soru gelebilir. İşe yarayabilecek bazı teknolojiler var. Ama kiminin etkileri oldukça sınırlı, kiminin faydadan çok zarar verme ihtimali söz konusu. “Ama yine de denemeye değer olanı yok mu?” diye soracağınızı da biliyorum. Bu sorulara yanıt arıyorsanız gelecek yazılarımı bekleyin.
Şimdilik söyleyebileceğim şey şu: Kilo ve selülit sorununun çözümü sorunun tıbbi nedenlerini halletmekle ya da kilo almayı kolaylaştıran yaşam tarzı yanlışlarını düzeltmekle başarılabilecek bir iş. Eğer sorunun çözümünde yardımcı olabilecek reçeteli ilaçlar, bitkisel destekler ya da bazı teknolojik uygulamalardan yararlanmayı düşünüyorsanız çok ciddi bir araştırma yapmalı, sorup soruşturmalı ve mutlaka bir değil birkaç uzmanın görüşüne başvurmalısınız. “Gaza gelirseniz” bedeninizin değil, sadece cüzdanınızın inceleceğini ve başınıza bazı sağlık sorunlarının gelebileceğini lütfen aklınızdan çıkarmayın.
Su içmek için en doğru zaman hangisi?
Suyu canınız ne zaman çekiyorsa o zaman için! Yemekten önce, yemekte, yemekten sonra fark etmez. Eğer bir öğünde daha az yemek istiyorsanız yemeklerden yarım saat öncesinden itibaren 1-2 bardak su içmeye çalışın. Bu durumda metabolizmanız hızlanır, tokluk hissiniz artar ve daha az yersiniz. Prensip olarak suyun ne zaman içileceğinin sağlık açısından çok fazla önemi yok. Önemli olan suyun ne zaman içileceği değil, temiz, kaliteli, mineralden zengin, pH’sı yüksek (mümkünse 7 ve üzeri) su içmek. Kabızsanız biraz daha fazla su içmeye gayret edin. Düzenli aralıklarla sık sık ve az az için. Önemli bir nokta da şu: Her şey gibi suyun da fazlası zarar verebilir. Özellikle kalp ve böbrek yetmezliği olanların aşırı su tüketmemelerinde fayda var.
Koroner arter tomografisinden kimler istifade etmeli?
Halk arasında “anjiyosuz anjiyo” diye bilinen koroner arterlerin tomografiyle incelenmesine son yıllarda eskisinden daha sık başvuruluyor. Teknolojik gelişmeler bu yöntemin görüntüleme gücünü müthiş arttırdı. Elde edilen görüntüler mükemmele yakın. Ne var ki tomografi işleminde kişilerin çok fazla radyasyona maruz kalmaları bu tetkik için ciddi bir handikap. Koroner BT Anjiyografi genellikle doğrudan halka pazarlanıyor. Devlet kurumları ve özel sağlık sigortaları tetkikin giderlerini karşılamayı reddediyor. Bana göre bu tetkikin yapılıp yapılmaması kararını kendiniz vermeyin. En azından bir iç hastalıkları uzmanı, mümkünse bir kardiyologla bu incelemeye ihtiyacınız olup olmadığını tartışın. Bu inceleme doğru kişide, doğru zamanda kullanıldığı takdirde çok ciddi faydalar sağlayabilecek önemli bir radyolojik yöntem. Dikkat edilmesi gereken doğru kişilere, doğru zamanda yapılması ve deneyimli uzmanlar tarafından yorumlanması.
11 Mayıs 2010 Salı | Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Zayıflama
BEL AĞRISINDA UYGULANAN ENJEKSİYONLAR
Bel ağrısı tedavisinde kullanılan girişimsel enjeksiyon yöntemleri kırk yıldır tüm dünyada giderek artan sıklıkta uygulanmaktadır. Memorial Hastanesi Ağrı Polikliniği'nden Uz. Dr. Mehmet Çelik, teknolojinin ilerlemesiyle gelişen bu yöntemler içinde en sık uygulanan epidural ve transforaminal enjeksiyon yöntemi hakkında bilgi verdi.
[Bel ağrılarını dindiren enjeksiyon yöntemleri]
Bel ağrısında uygulanan enjeksiyonların tedavideki yeri nedir?
Bel ağrısında kullanılan çeşitli enjeksiyon yöntemleri, belin pek çok ağrılı hastalığında hızlı ve tam bir düzelme sağlar. Bu enjeksiyonlar, tipik olarak bel ağrısı için çeşitli ilaçlar kullanmış ve bundan fayda görmemiş; ayrıca fizik tedavi yöntemleriyle de ağrıda yeterli düzelme sağlanamamış, cerrahi müdahale gerektirmeyen hastalara uygulanır. Bu enjeksiyonlar ağrının ortadan kaldırılması için uygulanmakla birlikte ağrı kaynağını ortaya çıkarmak için de yararlıdır.
Enjeksiyon teknikleri ağrıyı nasıl azaltır?
Enjeksiyonlar ağrının ortadan kalkması için ağızdan kullanılan ilaçlardan ya da kalçadan veya damardan yapılan iğnelerden çok daha etkilidir. Çünkü bu yöntemlerle uygulanan ilaçlar vücudun her yerine dağılmayıp direkt olarak ağrıyı oluşturan anatomik bölgelere ulaştırılmaktadır. Ağrılı bölgeye uygulanan steroid türü ilaçlar, güçlü yangı giderici etkileriyle ağrının kaynağındaki yangıyı ortadan kaldırır. Ayrıca, örneğin bel fıtığında uygulanan bu tür ilaçlarla fıtığın çevresindeki ödem geriletilerek olay bölgesi rahatlatılır.
Enjeksiyonlar bel ağrısının tanısında ne şekilde kullanılır?
Enjeksiyonlar tanısal olarak bel ağrısının kaynağını belirlemek için uygulanabilir. Fiziksel muayene ve görüntüleme yöntemleri ile ağrının nedeni tam olarak ortaya konu lam iyorsa, çeşitli enjeksiyonlarla ağrının belin hangi yapısından köken aldığı belirlenebilir. Bu amaçla belde yer alan çeşitli yapılara lokal anestezi (mevzu uyuşturucu) ilaçları verilir.
Bel ağrısı tedavisinde kullanılan enjeksiyonlar nelerdir?
En sık uyguladığımız enjeksiyonlar;
* Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar
* Sinir kökü blokları
* Faset eklem enjeksiyonları
* Sakroiliak eklem enjeksiyonları, şeklinde sıralanabilir.
Yöntemler içinde en çok hangisini uyguluyorsunuz?
Bel ağrısı tedavisinde en çok uyguladığımız enjeksiyon yöntemi tüm dünyada olduğu gibi epidural ve transforaminal enjeksiyonlardır. Epidural enjeksiyon, güçlü yangı giderici etkileri olan ilaçların omurga kanalı içine uygulanmasıdır. Dünyada 40 yıldan fazla zamandan beri omurga kaynaklı çeşitli ağrıların tedavisinde kullanılan, iyi sonuçlar alınmasını sağlayan ve yan etkileri çok az olan bir işlemdir.
Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar kimlere uygulanabilir?
Enjeksiyonlar en çok bel fıtığı hastalarında uygulanmaktadır. Burada amaç fıtık başlangıcı ya da fıtık olan disk bölgesindeki ödemi ortadan kaldırmak, disk çevresindeki yangıyı ve olası bir sinir kökü basısını azaltmaktır. Yöntem, düşük riski ve önemli bir yan etki potansiyeli olmaması nedeniyle yaygın bir yöntemdir. Özellikle ilaç tedavisi, egzersiz ve fizik tedavi gibi konservatif yöntemlerle düzelme sağlanamayan disk kaynaklı bel, bacak ağrılarında tercih edilir. Belin yanısıra boyun ve sırt omurlarının fıtıklarında da aynı yöntem uygulanmaktadır. İşlemin uygulandığı hastaların büyük bölümünde ağrı tamamen yok olur. Düzelme sağlanamayan az sayıdaki hastada ise işlem tekrarlanabilir. Genel kabul, işlemin bir kaç ay içinde 3 kez uygulanabileceğidir.
İşlem nasıl uygulanıyor?
İşlemin uygulanacağı hastamız özel girişim odasına alınıyor. Enjeksiyon floroskopi adı verilen özel bir görüntüleme yöntemi eşliğinde, yani işlem bölgesi görülerek uygulanıyor. Enjeksiyondan önce girişim bölgesine lokal anestezi uygulanarak, hastanın işlem sırasında ağrı duymaması sağlanıyor. 30 dakika kadar süren işlemden sonra hastamızı odasına alıyoruz. 3-4 saatlik bir dinlenme süresinin ardından da evine yolluyoruz.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Sağlık
BEBEKLERDE GAZ SANCISI VE KOLİK
Bebeğimin Neden Gazı Var?
Bebeğiniz dünyaya tam olarak gelişmemiş bir mide-bağırsak sistemi ile gelir. Yetişkinlerde bulunan sindirime yarayan birçok enzim de, bebeklerde henüz tam anlamıyla işlev görmediğinden, bebek anne sütünden sonra ya da hazır mama tüketiyorsa mamadan sonra kramp şeklinde belirti veren ağrılarla karşılaşır. Gaz sancıları hafif veya şiddetli olarak birçok bebeğin karşılaştığı bir sorundur. Gaz sancısı, bebeğe zarar vermeyen, belli bir süre ile sınırlı fizyolojik bir olaydır ve bir takım önlemler alarak önüne geçmek ya da en aza indirmek mümkündür.
[Gaz Sancısı ve Kolik] Başlangıç olarak bebeğin gaz sancısı dışındaki herhangi bir sebepten dolayı ağlamadığına emin olmanız gerekir. Genelde sancılar en çok açlıkla karıştırılır. Eğer bebek anne sütünü verdiğinizde susuyorsa ağlamanın nedeni açlık olduğuna karar verebilirsiniz. Bebek buna rağmen susmuyorsa ve her nöbet esnasında bebeğe anne sütü ya da mama veriyorsanız, nöbetler bu nedenle de artabilir. Sık sık ve düzensiz beslenen bebeklerin gaz sancıları daha da çoğalabilir. Erken dönemde başlanan ek gıdalar da gaz sancısına sebep olabilir.
•Bebeklere şekerli su içirilmesi, emziklerin bala veya pekmeze batırılarak verilmesi, çok erken aylarda nişastalı gıdalara başlanması, meyve ve meyve salarının gereğinden çok içirilmesi veya meyvelerin olgunlaşmamış olması gazı artırabilir. Gereğinden fazla su içirilen veya tam tersi yeterince su verilmeyen bebeklerde de gaz fazla olur.
•Uzun süre açıkta kalan yiyecekler (özellikle süt ve sütlü yiyecekler), iyi temizlenmemiş şişe - kaşık ve emzikler, uzun süre kapağı kapatılmamış şuruplar (vitaminler, antibiyotikler, ateş düşürücü, ağrı kesiciler) basit mikrobik kirlenmeler nedeniyle gaz yapabilir.
•Altının uzun süre ıslak bırakılması, bulunduğu ortamın aşırı sıcak veya soğuk olması, uzun süre aynı konumda yatırılması gazı artırabilir.
•Bebeğin kundaklanması, hareket kabiliyetini sınırlayan kuşaklarla sarılması gazı artırabilir.
•Annenin beslenmesinin önemi tartışmalıdır. Yine de annelerin de süt verirken gaz yapan gıdalardan kaçınması önerilmektedir.
Belirtiler: Bebek meme emmek ister ama kısa bir süre sonra ağlamaya başlar. Bebeğiniz özellikle besin aldıktan sonra bu belirtileri veriyor ve sakinleşmiyorsa, bunun gaz sancısı olma ihtimali yüksektir. Ayrıca gazı olan bebeklerin karınları sert ve şiş görünür.
Gaz Sancısını Engellemenin Yolları
•Bebeğinizi mümkün olduğunca anne sütü ile besleyin. Çünkü anne sütü bebeklerin sindirebilmesine en uygun, doğal besindir.
•Emzirme aralığınızı en az 2 saat olarak ayarlayın, aksi takdirde saat başı emen bebeklerde sindirilen ve sindirilmemiş süt karışarak gaz yapabilir.
•Sakin olun, bebeğe şefkatle ve güvenle yaklaşın.
•Bebeği aşırı sıcak veya soğuk ortamlarda bulundurmamaya özen gösterin.
•Bebeğinizi dar kıyafetlerle, üst üste giydirmeyin.
•Mama hazırlarken hijyen (temizlik) kurallarına uyun.
•Bebeği yan olarak veya karın üstü yatırın ve karın üstü yatırılırken sürekli gözetleyin.
•Karnına ve ayaklarına ılık bezler koyun.
•Her beslenmeden sonra gazını çıkartın.
•Sakin olduğu bir zamanda bebeğin karnına masaj yapabilirsiniz.
•Bebeğe rezene çayı ve anason çayı verilebilirsiniz.
•Gazlı bebeğinize özel olarak üretilmiş Aptamil Conformil ve Rezene Çayı bebeğinizin gaz sancısını gidermeye yardımcı olacaktır.
Bebeklerde Kolik
Pek çok bebek hayatının ilk döneminde canı yanıyormuş gibi davranışlar sergileyerek, ağlama nöbetlerine tutulabilir. Sağlıklı bebeklerde görülen bu tarz nedensiz ağlamalara KOLİK denmektedir. Kolik, bir hastalık değildir ve bebeğe zarar vermez. Bebeklerin yaklaşık % 10' unda görülen ve dış dünyaya uyum sağlarken yaşanılan bir tür rahatsızlık olarak kabul edilebilir.
Kolik Ne Kadar Sürer?
Bebek 2-3 haftalık olduğunda başlar, 4-6 haftada en yoğun döneme ulaşır, çoğunlukla 3 ayda sona erer.
Doktor Kontrolü Gerekli mi?
Bebeğin hergün belirli saatlerde ağlama nöbetlerine tutulması, kolik belirtisi olabilir. Yine de bebeği doktora götürmek ve başka bir sorun olmadığından emin olmak için onu muayene ettirmek gereklidir. Bebeklerde; fıtık, barsak düğümlenmesi, orta kulak iltihabı, idrar yolu enfeksiyonu gibi problemler de çok ağlamaya yol açar ve bebeğin kolik sorunu olduğu sanılabilir.
Kolik’in Sebepleri Nelerdir?
Koliğin nedeni henüz bilinmemekle beraber; anne sütü alan bebekte annenin yediklerine allerji, mama alan bebekte mamanın içeriğine allerji, sindirim sisteminin tam olgunlaşmamış olması, artmış barsak gazı, bebeğin günlük rutinindeki değişiklikler, annenin endişesi/olumsuz duyguları ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.
Emziren Annenin Kaçınması Gereken Gıdalar
Annenin emziklik dönemindeki beslenmesi, bebeğin özellikle ilk 6 ay, temel besin kaynağı olan anne sütüne etki ettiği için çok önemlidir. Gaz yapıcı özelliği olduğu bilinen, lahana, karnabahar, Brüksel lahanası, brokoli, kuru baklagiller, inek sütü ve süt ürünleri, pişmemiş soğan ve sarımsak, baharatlı gıdalar, kahve, çay, çikolata, portakal gibi besinlerin annenin diyetinden çıkartılması, bebeğin rahatlamasına olanak verebilir.
Ağlayan Kolik Bebeğin Rahatlatılması
Bebeğinizi rahatlatmak için öncelikle sizin rahat, olumlu ve anlayışlı olmanız gerekmektedir. Her bebeğin ağlamasını farklı yöntemlerle durdurabilirsiniz. Fakat tüm bebekler için geçerli olan, kendisni güvende hissetmesidir. Aşağıda sıraladığımız ipuçları, Kolik bebeğinizin ağlamasını dindirebilir.
•Kucakta veya bebek arabasında gezdirmek
•Sarılma ve rahatlatıcı nini/şarkılar söylemek
•Hafif/alçak sesli müzik dinletme
•Kucakta veya beşikte sallama
•Karnına ılık yağ ile masaj yapma
•Karnına ılık havlu koyma
•Ilık bir banyo yaptırma
•Kendi arabanıza bindirip gezdirme
•Emzik verme
•Gazlı bebeğinize özel olarak üretilmiş bitki çayları da bebeğinizin gaz sancısını gidermeye yardımcı olacaktır.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Bebek Sağlığı
ÇOCUKLARDA ASTIM VE TEDAVİSİ
Astım hastalığının çocuklarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri olduğu, Türkiye'de 4 milyon civarında astım hastası olduğu açıklandı.
[ÇOCUKLARDA ASTIM VE TEDAVİSİ]
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Mustafa Eraslan-Fevzi Mercan Çocuk Hastanesinde Dünya Astım Günü nedeniyle astımlı çocukların ailelerine yönelik bilgilendirme toplantısı düzenlendi.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fulya Tahan, burada yaptığı konuşmada, astımın çocuklarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri olduğunu belirtti. Astımın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, ancak astıma yol açan etkenlere dikkat etmek gerektiğini ifade eden Tahan, "Türkiye’de yaklaşık 4 milyon astım hastası var. Ülkemizde erişkinlerde astım hastalığının görülme oranı yüzde 11’e, çocuklarda ise yüzde 18’e kadar çıkabiliyor." dedi.
"DÜNYADA 300 MİLYON ASTIM HASTASI VAR"
Astımın dünyada tüm yaş gruplarında ve her iki cinste görülen bir hastalık olduğunu, dünyada 300 milyon civarında astım hastası olduğunu söyleyen Tahan, şu bilgileri verdi: "Astım, hava yollarının uzun süre iltihaplanması olarak tanımlanmaktadır.
Alerjenler, kimyasallar, sigara, hava kirliliği, viral enfeksiyonlar, meslek, sosyo ekonomik düzey, aile büyüklüğü, diyet, obezite ve kalıtsal etkenler astıma yol açmaktadır. Eğer anne ve babanın birinde astım hastalığı varsa, çocukta astım hastalığı oluşma riski yüzde 30’dur. Eğer anne ve babanın her ikisinde de astım hastalığı varsa, çocukta astım hastalığı oluşma riski yüzde 70’dir. Astım tek başına kalıtsal hastalık olmadığından mutlaka astıma yol açan çevresel etkenler ve alerjenlerin iyi tespit edilmesi gerekir."
"ÖZELLİKLE ÇOCUKLARDA ASTIMA DİKKAT"
Özellikle çocuklarda astım hastalığına dikkat etmek gerektiğini vurgulayan Tahan, hastalığın çocuklarda bir kez ortaya çıkan ya da tekrarlayan hışıltılı solunum atağı, geceleri sorun yaratan öksürük, egzersiz sonrasında öksürük ya da hışıltılı solunum, nefes ile alınan alerjenlere ya da hava kirliliğine maruz kalma sonrasında hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi ya da öksürük, soğuk algınlığının göğse inmesi ve iyileşmesinin 10 günden fazla sürmesi gibi belirtilerle ortaya çıktığını kaydetti.
ASTIMDAN KORUNMA YOLLARI
Doç. Dr. Tahan, astımdan korunma yolları hakkında da şu uyarılarda bulundu: "Evde ve iş yerinde havalandırma artırılmalı, rutubet önlenmelidir. Kumaş döşeli eşyalar yerine deri, suni deri, ahşap ve plastikten yapılmış olanlar tercih edilmelidir.
Ev işi yaparken maske kullanılmalıdır. Güçlü bir elektrik süpürgesi ile haftada en az bir kere etkili bir temizlik yapılmalı, ardından nemli bir bezle silinerek temizlik tamamlanmalıdır. Mümkünse evde halı kullanılmamalıdır. Tüylü ve içi dolu oyuncaklar alınmamalı veya ortadan kaldırılmalıdır.
Yatak takımları en az haftada bir yıkanmalı, evdeki kullanılmayan eşyalar dolaplarda saklanmalıdır. Alerjik kişinin olduğu eve hayvan alınmamalı, dışarıda hayvanla teması olanlar eve bu kıyafet ile gelmemelidir. Açıkta çöp, gereksiz eşya, yiyecek bırakılmamalı ve mutfak temizliğine özen gösterilmelidir. Evde nem azaltılmalı ve doğal havalandırma artırılmalıdır."
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Hastalıklar
KLAMİDYA NEDİR BELİRTİLERİ NELERDİR
Klamidya adlı enfeksiyon genelde cinsel ilişkiyle bulaşır ama pek belirti de vermez. Tedavinin eşli olarak yapılması gerekiyor. Çünkü tedavi gerçekleşmezse enfeksiyon tüplere kadar ilerler, kısırlık ya da dış gebeliğe neden olabilir. [Klamidya Kısırlığa bile neden olabilir]
Klamidya tedavi edilmezse ne olur?
29 yaşındayım, vajinal akıntım nedeniyle doktora gittim. Klamidya adında bir mikrop olduğunu söyledi. İhmal edildiğinde çok önemli rahatsızlıklara yol açabileceğini belirtti. Acaba bunlar nedir?
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Klamidya enfeksiyonu genellikle cinsel ilişki ile bulaşır (Nadiren kirli materyalle temas ve banyo, tuvalet yolu ile de bulaşabilir). Çoğunlukla belirti vermez. Şikayetler idrar yaparken ağrı ve yanma hissi, vajinal akıntı ve ağrılı cinsel ilişkidir. Tanı, vajinal akıntının laboratuvarda mikroskobik incelemesi veya kültür yapılması ile konulur. Aynı zamanda antijen araştırması yapılarak da tanı mümkündür. Tedavi antibiyotiklerle yapılır, eşler birlikte tedavi edilir. Tedavi edilmediği takdirde hastalık batına yayılabilir, tubaların iltihaplanarak tıkanıklıklarına bağlı olarak kısırlık veya tubalardaki bozukluk sonucu dış gebelik ortaya çıkabilir.
İkinci çocuğa hamile kalamıyorum
27 yaşındayım. Adetlerim hep düzensizdi. Hap kullanırken düzenli adet görüyorum ama bırakınca kesiliyor. 8 yıldır evliyim. 5 aylı hamileyken düşük yaptım. Bir çocuğum var. İkinciyi istiyorum ama hamile kalamıyorum. 16 ay Diane 35 kullandım. Çene altında ve karnımda tüylenme var. Ultrasonla bakıldı, polikistik over sendromu denildi, ne yapmalıyım?
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Polikistik over’li bir hastanın verilecek bir ilaçla tamamen ve yaşam boyu tedavi edilebilmesi günümüzde hâlâ mümkün değil. Bu hastalıktaki adet düzensizlikleri, tüylenmedeki artış, kilo alma sorunu, şeker metabolizmasındaki bozukluk ayrı ayrı tedavi edilir. Tedavi altındaki birinin çocuk istemesi durumunda kullanılan ilaçlar değiştirilerek gebe kalması sağlanabilir. Burada dikkat edilmesi gereken gebe kalamamanın tek nedeni polikistik over olarak düşünülmesidir. Çünkü başka nedenler de gebe kalmayı engelleyebilir. Doktorla konuşun, size gebe kalmanız için gereken araştırmaları yapsın.
Menopoza gireli 20 yıl oldu ama ateş basmaları geçmedi
1944 doğumluyum. 45 yaşında menopoza girdim. Aradan 20 sene geçti ama ateş basmasından kurtulamadım. Ne olur bana bir yol gösterin.
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Menopoz öncesi yıllarda başlayan sıkıntılar (Ateş basması gibi) menopoza girdikten sonraki birkaç sene devam eder, giderek azalır. Hormonların (Özellikle estrojen hormonu) azalması beyinde hipotalamus bölgesinde beden ısısını ayarlayan merkezdeki nörotransmitterlerin (iki sinir hücresi arasındaki bağlantıyı sağlayan kimyasal bir madde) dengesinde bozulma sonucu ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bu maddelerden biri de seratonin’dir. Psikolojik bozuklukların tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu bu maddelerin dengesini düzenleyerek tedavi sağlamaktadır. Karmaşık olan bu mekanizmaların düzeltilmesinde küçük dozlarda estrojen tedavisi yanında psikolojik etkileri olan ilaçlar da kullanılır. Uzun süren ateş basmaları için sizin de böyle bir ilaç kullanmanız gerekecek.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Hastalıklar
YÜKSEK KOLESTROL VE ŞEKERE KARŞI PIRASA
Pırasa, Latince bilimsel adıyla allium porrum, kış mevsimde sık olarak tükettiğimiz sebzelerden biri. Soğan (allium cepa) ve sarımsak (allium sativum) ile aynı bitki ailesinden olmasına karşılık sağlık için yararları daha az bilinmekte. Daha doğrusu, sağlığımız için yararlı olduğunu bildiğimiz halde, üzerinde yürütülen deneysel çalışma sayısı soğan ve bilhassa sarmısak gibi akrabalarına oranla çok daha az. Geçen yıl yazdığım bir yazıda pırasanın farelerde kan şekerini belirgin bir şekilde düşürdüğünü ortaya koyan bir deneysel çalışmadan bahsetmiştim. Deney hayvanlarına iki hafta süreyle pırasa özütü uygulandığında bu etkinin şeker hastalarının kullandığı kimyasal ilaçlar (glibenklamid grubu) kadar kuvvetli olduğu bildirilmişti.
Yüksek kolesterol ve şeker hastaları PIRASA yemeliBilimsel araştırmalar arasında yine pırasayla ilgili bir başka deneysel çalışma dikkatimi çekti. Pırasa tavşanlarda yüksek kolesterolü düşürücü etki göstermiş. Aslında yüksek kolesterol şeker hastalarının önemli bir kısmında karşılaşılan ciddi bir sorun. Deneysel çalışmada tavşanlara üç ay süreyle yüksek kolesterollü besin diyetiyle birlikte üç farklı miktarda pırasa özütü verilmiş.
Üç ay sonunda yapılan ölçümlerde pırasa özütü verilen tavşanlardan alınan kan örneklerinde yapılan ölçümlerde, pırasa özütü verilmeyen ama yüksek kolesterol diyeti ile beslenenlere oranla total kolesterol, LDL ve VLDL gibi kötü kolesterol değerlerinde belirgin bir azalma, buna karşılık iyi huylu (HDL) kolesterol değerlerinde ise artış sağlandığı görülmüş.
EN AZ SOĞAN KADAR ETKİLİ
Pırasanın etkisi uygulanan pırasa özütü miktarı arttıkça kuvvetlenerek yüksek pırasa özütü verilenlerin total kolesterol ve LDL- ve VLDL-kolesterol düzeylerinde yüzde 80’leri bulmaktadır. Bu hiç de küçümsenmeyecek bir yarar. Araştırıcıların yaptığı değerlendirmede damar sertliği (ateroskleroz) oluşumu riskinin düşük miktar özüt verilenlerde yüzde 47, yüksek miktarda özüt verilenlerde ise yüzde 86 civarında azaltılabileceği bildirilmektedir.
Pırasanın yararlarının akrabaları soğan ve sarmısaktan daha az olduğu söylenemez. Yeni yayınlanan ve deneysel bulguların değerlendirildiği bir inceleme yazısında (Current Urology Reports), soğan, sarmısak ile birlikte pırasanın da prostat kanserinden korunmak amacıyla sık kullanılmasının yararlı olabileceği ifade ediliyor.
Pırasanın yüksek kolesterol ya da şekeri düşürmek veya kanserden korunmak için yararları uzun süreli kullanıldığında ortaya çıkabildiği görülüyor. Diğer taraftan, yüksek kolesterolü düşürmek için sulu alkollü özütü, yüksek kan şekerini düşürmek için ise sulu özütünün etkili olduğu tespit edilmiş.
Dolayısıyla, pırasanın etkisinin farklı bileşenlerine bağlı olduğu düşünülebilir; flavonoitleri ve kükürtlü bileşenleri vd. Bilindiği üzere soğan, sarmısak ve lahana, brokkoli gibi kükürtlü bileşenler bakımından zengin sebzelerin kanserlerde koruyucu etkisi bulunduğu deneysel olarak ortaya konulmuştur. Muhtemelen pırasanın da bu tip bileşenlerinin etkili olabileceği düşünülebilir.
UZUN SÜRE KULLANILMALI
Kükürtlü bileşiklerin etkisini göstermesi için enzim ile etkili bileşenlerine dönüşmesi önemlidir. Bu bakımdan kükürtlü bileşenler bakımından zengin gıdaların ateş üzerinde pişirilmesi onların etkisini kaybetmesine yol açabilir. Benim önerim pırasanın parçalandıktan sonra buharlı pişiricilerde kısa süre pişirilmesi ve tüketilmesi. Ancak bahsettiğimiz yararlarını göstermesi için her gün pırasa yemek de sanırım pek mümkün değil! Bence pırasayı bıktırmayacak bir sıklıkta tüketmek en akılcı yaklaşım.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Hastalıklar
ŞEKER HASTALIĞINA KARŞI BİTKİSEL ÖNERİLER
Şeker hastaları soğan, sarımsak ve pırasadan uzak kalmasın
Geçen hafta pırasanın kolesterol ve şeker hastalarında yararlarını ortaya koyan yeni bir çalışmadan bahsetmiştik. Pırasanın kardeşi olarak tanımlayabileceğimiz soğan ve sarımsağın ise bu tip etkileri çok daha önceden biliniyordu. Nitekim bu konuda yürütülen deneysel çalışmalar da bu bilgileri doğrulatıyor. Bir çalışmada deneysel olarak şeker hastalığı oluşturulmuş sıçanlarda sarımsak özütü verilmesi ile şeker hastalarında önemli şikayetler arasında yer alan kalp-damar rahatsızlıkların önlenebileceği bildiriliyor. Bir diğer araştırmada, sıkılarak elde edilen soğan suyunun üç şeker hastasında yemek sonrası yükselen kan şekerinin kontrol altına alınmasını sağladığı gözlenmiş. Yürütülen deneysel çalışmalar soğan ve sarımsak içerisinde bulunan organik kükürtlü amino asit bileşiklerinin (S-metil ve S-allil sistein sülfoksitler) etkili olduklarını ortaya koyuyor.
Yeni yayımlanan bir çalışmada deneysel olarak şeker hastası yapılmış sıçanlar üzerinde şimdiye kadar yürütülmüş deneysel çalışmaların birlikte değerlendirilerek etkinliklerinin karşılaştırılması amaçlanmış. Deney hayvanlarında sarımsak ekstresi, soğan ekstresi ve etkili oldukları bildirilen bileşenleri S-metil sistein sülfoksit, S-allil sistein sülfoksit ve diallil trisülfit ayrı ayrı 28-45 gün süre ile uygulandıktan sonra kan şekeri, vücut ağırlığı değişimi, plazma toplam kolesterol ve toplam trigliserit, iyi huylu kolesterol (HDL-C) ve karaciğer glikojen seviyeleri takip edilmiş. Yapılan değerlendirmede incelenen tüm değerlerde soğan ve sarımsak ile etkili bileşenlerinin belirgin etkisi gözlenmiş. Ancak soğan ekstresinin sarımsak ekstresine göre kan şekeri kontrolünde daha yüksek etki gösterdiği, etkili bileşenleri S-metil sistein sülfoksit, S-allil sistein sülfoksit’in kan şekeri kontrolü ve ağırlık kontrolünde etkisinin soğan ekstresinden daha yüksek olduğu sonucuna varılmış.
PİŞİRMEDEN YİYENLER, DİKKAT!
Bu bakımdan, özellikle tansiyon düşürücü veya kan sulandırıcı olarak sarımsak hapı kullanan şeker hastalarının kan şekerini kontrol etmeden kan şekerini düşürücü ilaç kullanmamamaları gerekiyor. Soğan için ise pişirmeden yenildiğinde aynı şekilde dikkatli olunmasını öneririm. Pişirildiğinde ise etkili kükürtlü bileşikler önemli ölçüde bozunarak etkinliğini kaybettiğinden risk azalıyor. Esasında buna risk demek pek doğru bir ifade değil, şeker hastalarının kan şekerini doğal yollarla, diyet ve besinler ile konrol altına alabilmeleri ideal bir durum. Sadece kan şekeri seviyesini düzenli olarak kontrol etmek, gerekmiyorsa ilaç almamak yeterli.
Deneysel çalışmalar, bilimsel olarak aynı ailenin fertleri (Allium türleri) olan pırasa, soğan ya da sarmısağın insan sağlığı bakımından ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Yukarıda bahsedilen deneysel çalışmaların sonuçları düzenli olarak ve uzun süreli kullanımlar ile gözlenen değerlere dayanıyor. Günlük beslenmemizde mümkün oldukça sık ama abartmadan bu üç kardeşe yer vermemiz akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Hastalıklar
İNATÇI ÖKSÜRÜĞE BİTKİSEL ÇÖZÜMLER
Domuz gribi dahil, viral veya bakteriyel boğaz enfeksiyonlarında yüksek ateş, kırgınlık gibi şikayetlerin yanı sıra hastaları bezdiren şikayetlerden biri de “inatçı öksürük”. Öksürük şikayetlerinin hafifletilmesinde aklımıza ilk gelen çözümlerden biri sanırım ıhlamur içmek. Bileşiminde bulunan müsilajlar yardımıyla boğazda tahrişlerin önlenmesini sağlarken, flavonoit tipi bileşenleri iltihap giderici ve ağrı kesici etkisiyle tahriş olan alanın onarımına yardımcı olmakta, uçucu bileşenleri (linalool) ise hastanın rahatlamasını sağlamaktadır.
Öksürük şikayetlerinin giderilmesinde önerilebilecek bir başka bitkisel çözüm ise “bitkisel pastiller.” Özellikle içerisinde ökaliptol (1,8-sineol) içeren pastillerin kullanılması boğazdaki bakteri yoğunluğunu azaltması bakımından yararlı olacaktır. Bu maddenin bakteriler üzerinde kuvvetli öldürücü etkisi bulunduğu deneysel olarak ortaya konulmuştur. Bakteriler üzerinde etkili olduğunu, grip virüsüne etkisiz kalacağını düşünmeyin çünkü grip nedeniyle vücudun zayıf düşmesini fırsat bilerek vücudumuza yerleşmeye çalışan fırsatçı bakterilerden korunmak bakımından önemli. Ayrıca meyanlı pastiller de öksürük şikayetlerinde yararlı olacaktır. Çünkü meyan kökünün içerisinde bulunan saponin tipi bileşenlerin bazı virüsler üzerinde öldürücü (antiviral) etkisi tespit edilmiştir. Bu nedenle bazı ülkelerde meyan virük tedavilerinde klinik uygulamaya konulmuştur. Ayrıca saponinler, yüzey aktif özelliği nedeniyle balgamın sıvılaşmasını sağlayarak atılmasına yardımcı olur (balgam söktürücü).
DUVAR SARMAŞIĞI GÜVENİLİRDİR
Duvar sarmaşığı veya Orman sarmaşığı ya da bilimsel adı ile Hedera helix, hemen her gün çevremizde gördüğümüz bir tırmanıcı bitki. Saponin bakımından zengin bir bileşimi var. Saponin yapısındaki temel bileşeni olan alfa-hederin’in bronş açıcı (bronkodilatör) ve salgıyı artırıcı (sekretolitik) etkisi gerek bilimsel ve gerekse klinik çalışmalar ile ortaya konulmuş.
Yeni yayınlanan bir klinik çalışmanın sonuçları duvar sarmaşığının bronşit gibi iltihaplı solunum yolu enfeksiyonlarındaki etkinliğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Çalışmada duvar sarmaşığının Almanya’da üretilen ve resmi izinli bir şurup tipi preparatı kullanılıyor. Çok merkezli olarak 11 Güney Amerika ülkesinde (Meksika, Venezüella, Arjantin ve Peru en çok katılımın sağlandığı ülkeler) yürütülen ve açık uçlu bir çalışma. Hastanelere müracaat eden ve başlıca aşırı mukus salgısı ve inatçı öksürük bulguları ile seyreden akut veya kronik bronşit tanısı konmuş 9657 hasta seçilmiş (5 bin 181’i 0-14 yaş ve 4 bin 476’sı ise 15-98 yaş grubundan). Bu hastalar yaş gruplarına ayrılarak yedi gün süreyle duvar sarmaşığı yaprağı özütü ile hazırlanmış ilaç farklı miktarlarda uygulanmış; 0-5 yaş, 6-12 yaş ve 12 yaş üzerindekiler için 2,5-7,5 ml. Bu süreçte hastaların yüzde 60’ının antibiyotikler dahil diğer ilaçları kullanmalarına izin verilmiş. Yapılan değerlendirmelerde dört gün içerisinde hastaların öksürük sıklığının yüzde 100 azaldığı, balgam söktürücü etkinin yüzde 74,5 arttığı, nefes alma güçlüğünün yüzde 22 azaldığı ve solunum güçlüğüne bağlı göğüs ağrısında ise yüzde 21,9 azalma tespit edilmiş. Hastaların yüzde 95,1’i (9 bin 183 kişi) tedaviye olumlu yanıt vermiş, yüzde 4,9’u (380 kişi) ise tedaviye cevap vermemiştir. Araştırıcılar yaptıkları çapraz değerlendirmelerde hastaların uygulama sırasında kullandıkları diğer ilaçların (antibiyotik gibi) olumlu tedavi yanıtı alınmasında önemli katkı sağladığını bildirmektedir.
Uygulama sonrası yapılan güvenilirlik değerlendirmesinde, hastaların yüzde 96,6’sının ilaç uygulaması ile herhangi bir olumsuz etki şikayeti belirtmediği kaydedilmiştir. Bildirilen yan etkiler genellikle hafif ve geçici mide-bağırsak şikayetleridir; ishal (75 kişi), karın ve mide ağrısı (38 kişi), bulantı ve kusma (26 kişi), ağız kuruluğu (6 kişi). Ayrıca alerji (10 kişi) ve başağrısı (6 kişi) gibi minör şikayetler bildirilmiştir. Sonuç olarak, araştırmaya katılan kişi sayısını göz önüne aldığımızda ilacın güvenilir olduğu görülmektedir. Bu ürünün ülkemizde de eczanelerde bulunduğunu belirtmek isterim.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Şifalı Bitkiler
CEVİZ KOLESTROLÜ DÜŞÜR MÜ?
Kolesterol düşürmek amacıyla halk arasında çeşit çeşit formüller uygulanır. Bunlar arasında cevizin yararları çeşitli bilimsel çalışmalarla da desteklenmektedir. Bu formüllerden birinde, kırılmamış bir tüm ceviz kırıldıktan hemen sonra bir bardak su içerisine atılarak bir gece bekletilir. Sabah aç karnına bardaktaki sarı renkli su içilip taneleri de yenir.
Suda Bekletilen Ceviz Kolestrol Düşürür mü
İki hafta önce bir meslektaşım (Prof.Dr. Osman Müftüoğlu'nun yazısı için) bu uygulamayı basit bir ritüel olarak nitelemiş ve etkisiz olduğunu ifade etmiş. Ben bu görüşe katılamayacağım. Öncelikle ritüel olarak nitelendirilen bu işlemler, ceviz tohumunun üzerindeki sarı tabakadaki polifenolik bileşiklerin suya geçmesini sağlamak için gerekli. Polifenolik bileşikler kuvvetli antioksidan özelliklerine bağlı olarak kötü kolesterolün oksitlenerek daha zararlı şekline dönüşmesini engelleyebilmektedir. Diğer yandan ceviz tohumları içerisindeki doymamış yağ asitlerinin kolesterolün kontrolünde yararlı olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla ceviz tohumların yenmesi de etkiyi desteklemektedir.
Bu uygulamanın ne derecede etkili olabileceğini araştırmak üzere kardiyoloji polikliniklerine başvuran gönüllüler üzerinde yürütülen bir çalışmada kontrol grubuna göre kötü kolesterol seviyelerinde yüzde 10-15’lik bir düşmenin sağlanabildiği görülmüştür. Bu orta derecede yüksek kolesterol hastaları için küçümsenemeyecek bir oran ancak yüksek kolesterol hastalarında şüphesiz yeterli değil.
DİYET YAPMASANIZ DA YARARLI
Cevizin serum lipit seviyesi üzerindeki etkisi sadece diyetle birlikte uygulanmasına bağlı değil. 2010 tarihli çok yeni bir klinik çalışmada (randomize ve çapraz döngülü), kolesterolü normal ve orta derecede yükseklikte olan 87 gönüllüde uzun süreli (12 ay) olarak denenmiş. Gönüllülerin yarısına 6 ay süreyle ceviz ile birlikte diyet uygulanırken, diğer yarısına herhangi bir diyet uygulanmamış (kontrol grubu).
Altı ay sonra ceviz uygulanan grubun diyeti kaldırılmış ve altı ay süreyle bu defa cevizle birlikte istediklerini yemelerine izin verilmiş, kontrol grubuna ise daha önce ceviz grubuna uygulanan diyet verilmiş. Kan örnekleri 0, 4, 6, 10 ve 12 ay sonra alınarak lipit seviyeleri ölçülmüş.
Deney sonucunda cevizin diyetle birlikte uygulansın ya da uygulanmasın, yüksek kolesterol seviyesine sahip bireylerde total kolesterol ve trigliserit seviyesini belirgin (istatiksel) bir şekilde düşürdüğü, kötü kolesterol (LDL) seviyesinde belirgin bir azalma sağlamasına karşılık, iyi kolesterol (HDL) üzerinde etkisi bulunmadığı gözlenmiş. İlginç not, normal kolesterol değerlerine sahip bireylerde ceviz verilmesi ile kan lipit seviyelerinde fazla bir değişiklik sağlanmamış. Daha önce yayımlanan ve 365 gönüllü üzerinde yürütülen 13 klinik çalışmada bir ile altı ay arasında ceviz diyeti uygulanmasıyla da benzer sonuçların elde edildiği bildirilmektedir.
Yeni bir başka klinik uygulamada ise ceviz (bitkisel omega-3) uygulaması ile balık rejimi (deniz kaynaklı omega-3) uygulanmasının hangisinin serum lipit değerleri üzerinde daha etkili olduğu araştırılmış. Normal ve yüksek kolesterol seviyesine sahip hastalar karışık gruplandırılmış ve dört hafta süreyle düşük enerjili diyetler uygulanmış. Kontrol diyeti grubu (balık yemeği veya ceviz/fındık gibi yemişler verilmemiş), ceviz diyeti grubu (42.4 gram ceviz) ve balık diyeti grubu (haftada iki defa 113 gram somon balığı) gönüllülerde süre sonunda yapılan kan tahlillerinde ceviz verilen grupta toplam kolesterol ve LDL seviyelerinin kontrol ve balık diyeti gruplarına göre daha düşük olduğu, buna karşılık balık diyeti verilenlerde diğer iki gruba göre serum trigliserit seviyesinin daha düşük, iyi huylu kolesterol seviyesinin ise daha yüksek olduğu gözlenmiş.
Bu araştırmaların sonuçları da yukarıda bahsettiğim 2010 tarihli çalışmanın bulgularını destekliyor. Yani, toplam kolesterolü ve kötü kolesterolü (LDL) düşürmek gerekiyorsa ceviz diyeti; iyi kolesterolü (HDL) yükseltip trigliseritleri düşürmek gerekiyorsa balık diyeti uygulanması daha yararlı.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Şifalı Bitkiler
BROKOLİ NASIL TÜKETİLMELİ
Prof. Dr. Erdem YEŞİLADA - Brokoli, karnabahar ya da lahana birbirleriyle yakın akraba sebzeler. Bu sebzelerin bileşimlerinde bulunan farklı yapılardaki glukozinolatların biyolojik etkileri son yıllarda sık sık gündeme geliyor. Aslında etkili olan glukosinolatlar değil bu grup bileşiklerin enzimlerle meydana gelen yapısal parçalanma ürünleri. Bitkinin hücrelerinde meydana gelen parçalanma, donma gibi herhangi bir hasar sonucu, bitkide farklı hücrelerde bulunan enzimler (mirozinaz enzimi) glukosinolatlar ile temasa gelerek bu maddenin kimyasal yapısını parçalamakta ve neticede tiyosiyanat, izotiyosiyanat ve nitril gibi maddelere dönüştürmektedir.
İşte bu parçalanma ürünlerinin kanser hücreleri üzerinde etkili olduğu, dolayısıyla kanserlere karşı koruyucu etkisi bulunduğu deneysel olarak gösterilmiştir. İnsanlar üzerinde yürütülen çok sayıda çalışmanın sonuçları, brokoli ve karnabahar tüketimi arttıkça kolon, rektum, mide ve akciğer kanseri riskinde azalma görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Genellikle ortamın farklı asitlik derecesine göre farklı maddeler meydana gelmektedir; ortamın pH’sı nötr (pH 7 civarı) ise izotiyosiyanatlar (sülfürofan), düşük pH ‘da ise nitrilller oluşmaktadır. Brokoli ve lahanada temel etkili madde olan glukorafanin, enzim ile parçalanır (sülfürofan ve sülfürofan nitril meydana gelir). Sülfürofan, vücutta hasar oluşturan serbest radikaller üzerinde doğrudan etkili değildir, yani dolaylı bir antioksidandır (ilgilenenler için; Faz II detoksifikasyon enzimlerini tetikleyerek uzun süreli antioksidan etki gösterir).
Brokoli bitkisinin 50 kadar farklı tipi bulunmaktadır ve glukosinolat miktarı mevcut bu tipler arasında büyük bir değişim göstermektedir: Yani bazı brokoli türlerinde glukosinolat miktarı yüksek, bazılarında ise düşüktür (Değerler 4,0 - 35,6 mikromol/g arasında değişmektedir).
BUZDOLABINDA SAKLANMALI
Brokoli sebze olarak toplandıktan sonra hemen bozulmaya başlar, bu bakımdan serin (0-4 derecede) yerlerde saklanması gerekir. Toplandıktan sonra oda ısısında (20 derecede) saklandığında glukosinolat miktarının beş gün içerisinde yüzde 82 oranında azaldığı, buzdolabının sebzelik kısmında (4 derecede) ise kaybın yüzde 31’e düştüğü bildirilmektedir. Yani ister buzdolabında, ister oda ısısında sakla etkili bileşenlerinde bir kayıp kaçınılmaz, ama buzdolabında kayıp daha düşük.
Toplanan brokolinin kalitesini koruması için ideal nem oranı yüzde 98-100 gibi yüksek oranlardır. Düşük nem oranında 20 derecede beş gün tutulduğunda glukosinolat oranında kayıp yüzde 80 civarındadır. Aynı şekilde açık ambalajlarda 20 derecede bekletildiğinde ilk üç gün içerisinde kayıp yüzde 50 civarındadır. Halbuki plastik torbalarda yüzde 90 nemde aynı koşullarda saklandığında belirgin bir kayıp görülmemektedir. Glukosinolat kaybı brokoli gibi sebzelerin görüntü kalitesiyle de belirgin düşme göstermektedir, mesela sararmış brokolide, muhtemelen hücrelerin parçalanarak enzimle değişime uğraması nedeniyle etkili bileşen miktarı azalmaktadır. Brokolinin buzdolabında (4 derecede, sebzelik kısmı) tutulması durumunda bir hafta içerisinde açık kutuda yüzde 60 nem veya plastik torbada yüzde 100 nem altında tutulmasıyla dikkati çeken bir kayıp görülmemektedir.
YÜKSEK ATEŞ DE ZARARLI
Brokoli ve lahananın oda ısısında (20 derece civarında) kesilmesi ve saklanması sırasında alifatik glukosinolatların yapısında belirgin düşme görülmesine karşılık bazı indol glukosinolatların miktarında artış gözlenmiştir.
Glukosinolatlar, suda çözünerek pişirme suyuna sızar. Brokoli ailesi bitkilerinin 9-15 dakika kaynatılmasıyla bu maddenin yüzde 18-59 oranında kayba uğradığı tespit edilmiştir. Daha az suyla yapılan pişirmelerde, mesela mikrodalga veya buharla pişirmede, glukosinolat kaybı azaltılabilmektedir. Ancak bu işlemlerin yüksek ateş veya yüksek dalga frekanslarında (850-900 W) yapılması durumunda enzim tahrip olacağından glukosinolatların etkili hale dönüşümü sağlanamayacaktır. İnsanlar üzerinde yürütülen bazı çalışmalarda, enziminin (mirozinaz) etkisiz hale dönüşmesi ya da bozunmasıyla brokoli, lahana, karnabahar gibi sebzelerde izotiyosiyanatların vücut tarafından emilmesinde belirgin bir azalma görülmüştür.
Sonuç olarak, brokoli, lahana, karnabahar gibi sebzelerin sağlığımız için yararları içerisindeki bazı bileşenlerin enzimlerle dönüşümüne bağlıdır. Dolayısıyla bu bitkilerin saklanma koşulları ve pişirme şekli daha yararlı olabilmesi için önemlidir.
Brokoli meme kanserini önlüyor
"ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, brokoli meme kanserini önleyebilir, hatta iyileştirebilir. ABD'de Michigan Üniversitesi Kanser Araştırmaları Merkezi uzmanlarının fare üzerinde yaptıkları deneyler sonucunda brokolinin meme kanserinin gelişmesini engellediğini gördü.
Araştırmada brokolinin içerdiği sülforafan maddesinin kanserli kök hücresini öldürdüğünü bunun sonucunda da hastalığın oluşumunun ve yayılmasının engellediği ortaya çıktı. Sülforafan maddesi brüksel lahanası, turp, karnıbahar ve lahanada da bulunuyor."
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Sağlık
Hazımsızlığa İyi Gelen Besinler
Doktorum proğramına konuk olan Diyetisyen Taylan KÜMELİ, çok önemli soruların yanıtları verdi.
Video' da yer alan konu başlıkları
* Elma sirkesi faydalı bir besindir ama asit içerdiğinden gaz sorunu olanlar dikkatli kullanmalı.
* Hazımsızlığa iyi gelen besinler nelerdir?
* Hazımsızlık sorunu çekenler için sağlıklı öneriler.
* Kuru kayısı ve kuru eriği ılık suyla tüketerek bağırsak hareketlerinizi hızlandırabilirsiniz.
* Et en zor sindirilen besindir.
* Hassas bağırsak sendromu neden kaynaklanır?
* Stress bağırsakların normal çalışma ritmini etkiler.
* Hassas bağırsak sendromu kansere neden olur mu?
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Beslenme
Yaza Güzel ve Sağlıklı Bir Cilt ile Girmek İçin
Uzun, ama kendini çok da hissettirmeyen bir kışı geride bıraktığımız şu günlerde yazın gelecek olması bizi heyecanlandırıyor. Yoğun, yorgun, soğuk ve kirli havanın etkisiyle yıpranan ciltler sorun oluştururken, doğru çözüm yollarını bulmak ise en önemlisi. Memorial Etiler Tıp Merkezi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Zerrin Baysal, bahar aylarında cilt sağlığının korunması için önerilerini sıraladı.
Kış ayları boyunca farkedilmeyen, havalar ısınınca birden görünür hale gelen soluk, kurumuş, çatlamış ciltlere, matlaşmış ve kurumuş saçlara, kapalı ayakkabılar içerisinde derisi kalınlaşmış ayaklara, alınan kilolarla oluşan selülitlere neler yapmalıyız? Yaz boyunca daha sağlıklı ve güzel nasıl görünmeliyiz?
Cildiniz nemlenmek ister
Cildin aşırı kuruması; kaşıntı ve egzamalara neden olabilir. Özellikle kuruyan derimize koruyucuların yanı sıra nemlendiriciler kullanılmalıdır. Nemlendiriciler her kişinin derisine özel olarak yağ bazlı yada su bazlı olmalıdır. Banyo sonralarında ve daha deri nemli iken uygulanacak nemlendiriciler daha kalıcı ve etkili olmaktadır. Yüze sürülen A; C, E vitaminler ile selenyum içerikli nemlendiricilerin hasarları engelleyici rolleri daha iyidir.
Cildiniz soluk görünümden nasıl kurtulur?
Kış boyunca soğuk hava ve çevresel kirlilikten etkilenmiş soluk ciltler için nemlendiriciler yine kurtarıcıdır. Yalnız yazın gelmesiyle UV nin hasarlarına maruz kalınmaması için filtre içerikli olanlar tercih edilmelidir. Yine meyve asitleri, A,C,E vitaminleri, antioksidan özellikli yüz kremleri yıpranmış soluk görünümü engelleyebilir. Aralıklı olarak yaptırılan peeling (yüz soyma) yüzün daha canlı, pürüzsüz ve genç görünmesini sağlar. Botox ile ifade kırışıklıkları yokedilirken, dolgu maddesi enjeksiyonuda genç ve sağlıklı bir görünüm kazandırır. Mezoterapi ve lazer tedavileri ile ciltte dolgun ve parlak görüntü sağlanır.
Çatlamış, pullanmış ciltlere en ideal tedavi yöntemi yağ içerikli, üre, lanolin ve gliserin ihtiva eden nemlendiriciler kullanmaktır. Deri tipine uygun nemlendiriciler mutlaka uzman hekimlerce planlanmalıdır.
Sağlıklı saçlar güzelliğin simgesidir
Parlak, nemli ve biçimli saçlar herkesin hayalidir. Çevresel koşullardan etkilenen saçlar için dengeleyeci ürünler bu hayali gerçekleştirmeye yardımcı olur. Yalnız yaz boyunca herhangi bir koruyucu ürün kullanılmadan saçların, özellikle de boyalı saçların, uzun süre güneşe maruz kalması son derece zararlıdır. Çok fazla güneş ışınlarına maruz kalan saç telleri, kısa sürede kurur, çatallaşır, donuk ve mat bir görünüm alır. Yazın ortalarına doğru süpürgeye benzeyen saçlarla kalakalmanız içten bile değil. Hele bir de güneşin zararlı ışınlarına deniz ve klorlu havuz suyunun yıpratıcı faktörü ekleniyorsa... Kısaca tıpkı cildinizi koruduğunuz gibi saçlarınızı da güneşten korumalısınız. Peki saçlarımızı güneşten korumanın yolu ne? Bunun en garantili yolu bir şapka ya da eşarpla onları tamamen kapatmaktır. Son yıllarda, kremden spreye ve şampuana pek çok çeşidi bulunan saçlara özel güneş ürünleri de, tıpkı bir şapka gibi saçların güzelliğini, parlaklığını garanti altına almaktadır. Ancak güneşe çıkarken bileşiminde alkol ya da formaldehyde olan ürünleri kullanmaktan kaçınmak gerekir...
Selülit korkulu rüyamız!
Yaz aylarında en sık karşılaştığımız yakınmalardan biri de hiç şüphesiz ki selülitlerdir. Kadınların sıkça sorduğu sorulardan biri “kremlerin selülit tedavisinde etkili olup olmadığıdır? “ Kremlerin selülit tedavisine etkileri çok azdır. Selülit tedavisinde kullanılan en etkili yöntemler lipoliz, mezoterapi ve karboksiterapi yöntemleridir. Lipoliz de deri içerisine soyadan elde edilen yağları yakan “lesitin” adlı bir madde injekte edilir. Mezoterapi yönteminde ise cilt altına dolaşımı hızlandıran, ödemi azaltan, yağ hücrelerinde yıkımı hızlandıran maddeler verilir. Karboksiterapide de deri içerisine özel bir cihazla, yine yağları parçalamak için karbondioksit gazı verilir.
Doğru ve dengeli beslenerek, metabolizmayı hızlandırmak, tuzlu ve yağlı gıdalardan uzak durmak, bol su tüketmek ve spor yapmak da selülitle savaş için vazgeçilmez bir önem taşır.
Bebeksi topuklar için…
Kalınlaşan el ve ayak derisine uygun tedavi her zaman yüz güldürücüdür. Özellikle peeling etkisi yaratarak deriyi soyan, ölü derinin atılmasını kolaylaştıran ve genelde de hazırlanarak elde edilen bu ürünlerle kolaylıkla ince derili topuklara kavuşmak mümkündür ve yaz gelmeden tedaviye başlamak gerekir. Yine kalınlaşmış ve sararmış tırnaklar kontrolden geçmeli, mantar hastalığı açısından değerlendirilmelidir. Yaz gelmeden, varsa ; mantar hastalığı mutlaka tedavi edilmelidir.
Yaza hazırlandık, bu yeter mi?
Hayır …yazın başlamasıyla önlem alınmazsa oluşacak problemler kalıcı, tedavisi zor ve tehlikeli buyuta ulaşabilir.
Deri bilindiği gibi organizmada iç ortam dengesi ile dış çevrenin potansiyel zararları arasında bir bariyer oluşturarak yaşamsal bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla çevrede oluşan değişiklikler ilk ve doğrudan deriyi etkilemektedir. Son zamanlarda insan kaynaklı çevre değişiklikleri artan oranda dikkat çekmekte, medyada hemen her gün ozon katmanı incelmesi, asit yağmurları, global ısınma ve bunların sonuçlarına ilişkin haberler yer almaktadır. Yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte, bir takım cilt hastalıklarının görülme sıklığında artmalar saptanmaktadır. Özellikle üzerinde önemle durulması gereken durum, güneş ile deri kanseri görülme sıklığının doğru orantılı olarak artmasıdır. Mantar hastalıkları, isilik, güneş allerjisi, güneş yanıkları, kaşıntı gibi hastalıklara da daha sık rastlarız.
Bronz bir ten güzel, ama..
Hepimiz her yaz olduğu gibi, hemen bronz bir tene sahip olmak isteriz. Ama yaz öncesi veya tatil öncesi yapmamız gereken bakımlarımızın olması gereklidir. Öncelikle temiz bir ciltle, doğru koruma faktörlü bir ürün kullanarak güneşlenmeliyiz. Koruma faktörü konusunda mutlaka bir cilt doktoru kontrolünde ve takibinde daha sağlıklı bronzlaşabiliriz. Belki de bilmemiz gereken en önemli nokta her cilt tipinin farklı olduğu ve farklı bakılması gerektiğinin bilincine varmaktır. Kullanılacak ürünlerin kişinin cilt tipine uygun olması gerekmektedir. Bazı ciltler kimyasal veya fiziksel içerikli koruyuculara allerjik reaksiyon gösterebilir. Bu durumda mineral içerikli koruyucular kullanılmalıdır. Koruyucu kullanılmazsa cildin kolajen ve elastin tabakası etkilenir, erken kırışıklığa, lekelenmeye ve ciltte matlaşmaya neden olur. Cilt kanserine yatkınlık ortaya çıkar. Güneşe çıkış saatine dikkat edilmelidir. Sabah saat 11.00 ile öğleden sonra 15.00 saatleri arasında güneşe çıkılmamalıdır. Plajda şemsiye altında oturulsa dahi gerek atmosferde saçılan ultraviyole (UV) ışınları, gerekse de yansıyan UV ışınları nedeniyle güneş yanığı oluşabilmektedir. Günümüzde de tüm uyarılara rağmen güneşlenme sürmekte, en popüler tatil mekanları deniz kıyıları olmaktadır. UV ışınlarının geç etkileri arasında bulunan melanom ve melanom dışı deri kanserlerinin görülme sıklığı ozon tabakasının incelmesi nedeniyle artış göstermiştir.
Deri kanseri gelişiminde UV’nin etkilerinin kesinleşmesi güneşten korunmanın önemini ortaya koymaktadır. Ancak günümüzdeki popüler kozmetik anlayış nedeniyle güneş banyoları ve solaryumlar toplumlarda büyük rağbet görmektedir. Kişilerin yanlış uygulamaları da oluşan zararlara katkı yapmaktadır.
Mantara dikkat!
Yaz aylarında çok sık görülen diğer bir hastalık grubu mantar hastalıklarıdır. Özellikle ayak ve kasık bölgelerinin mantarları ile gövdede görülen ve “tinea versicolor” denilen mantar çeşidine oldukça sık olarak rastlanmaktadır. Ayak mantarı erkeklerde sıktır. Sıcak ve nemli hava, kapalı ayakkabılar, aşırı terleme kolaylaştırıcı faktörlerdir. Mantarlı zeminlerde çıplak ayakla dolaşma sonucunda bulaşır. Özellikle yaz aylarında; asla çıplak ayakla yürümeyin. Ayaklarınızı serin ve kuru tutun. Böylece mikropların burada yaşaması önlenmiş olur. Ellerinizi ve ayaklarınızı yıkadıktan sonra parmak aralarınızın iyice kurumasına dikkat edin. Bunun için daima kendi kişisel havlunuzu kullanın. Bu havlular düzenli aralıklarla değiştirmeli ve yüksek sıcaklıklarda yıkanmalıdır. Kolay hava alan ve terletmeyen ayakkabılar tercih edilmelidir. Dar giysiler giymekten kaçınılmalıdır. Eşyalar ortak kullanılmamalıdır. Halka açık alanlarda (özellikle ortak kullanılan hamam, otel odaları vs) çıplak ayakla dolaşılmamalıdır.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Cilt bakımı
Enginarın yapraklarını da yiyin
Bahar aylarıyla birlikte tezgahlardaki yerini alan enginar, sahip olduğu vitamin ve minerallerle tam bir sağlık dostu olan enginarın yapraklarının da yenmesi öneriliyor.
Posa yönünden çok zengin olan ve karaciğeri temizleyici özelliği bulunan enginarın, faydaları saymakla bitmiyor. Damar sertleşmesini engelleyen, kanı temizleyen, beyin hücrelerini yenileyen enginar, aynı zamanda kolesterol düşmanı olarak da biliniyor.
Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Baş Diyetisyeni Sevinç Yetişen, yaptığı açıklamada, daha ilk çağlardan beri faydaları bilinen enginarın, içerdiği bazı maddeler sayesinde birçok önemli özelliklere sahip, besin değeri yüksek bir sebze olduğunu söyledi.
Enginarın protein, karbonhidrat, lif, fosfor, kalsiyum, demir, sodyum, potasyum, magnezyum, çinko, A, B1, B2, B6 ve C vitaminlerini bünyesinde barındırdığını dile getiren Yetişen, buna karşılık besin değeri son derece yüksek olan bu sebzenin kolesterol içermediğini vurguladı.
HER DERDE DEVA Yetişen, enginarın antioksidan özellikleri nedeniyle karaciğere çok faydalı olduğunu dile getirerek, enginarda bulunan ''Cynarin'' maddesinin karaciğer, safra kesesi, böbrekler ve bağırsak sisteminin düzenli çalışmasına yardım ettiğini söyledi.
Yiyeceklerin sindirimini kolaylaştıran enginarın, mide ve bağırsakları dezenfekte edici özelliği sayesinde ishale de iyi geldiğine işaret eden Yetişen, bu şifalı sebzenin güçlü bir idrar söktürücü olduğundan böbreklerin çalışmasını düzenleyerek vücuttaki zararlı sıvıların dışarı atılmasını kolaylaştırdığını, böbrekteki kumların dökülmesine de yardım ettiğini anlattı.
Yetişen, enginarın kanı temizlediğine, toksik maddelerin idrarla dışarı atılmasını sağlayarak yorgunluğu giderdiğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:
''Yapılan araştırmalarda enginarın sindirim sisteminin yanı sıra kalp için de yararlı olduğu, kalp kaslarını güçlendirerek kalbin daha rahat çalışmasını sağladığı, kolesterolü ve trigliseridi düşürdüğü ve damar sertliğine iyi geldiği saptanmıştır. Enginar, içerdiği bir tür nişasta olan inülin sayesinde kandaki şeker düzeyini düşürülmesine yardım eder, bu nedenle şeker hastalarını da rahatlıkla tüketebilir. Devam eden araştırmalarda enginarın içerdiği sylmarin sayesinde, hücrelerin hasar görmesinin yavaşladığı prostat, meme ve rahim ağzı kanserlerini önleme konusunda da etkili olduğu görülmüştür.''
YAŞLANMANIN ETKİLERİNİ AZALTIYOR Enginarın, içerdiği posa, mineral ve vitaminler sayesinde vücudu dinlendirdiğini, dinçlik ve gençlik verdiğini belirten Yetişen, hücrelerin yıpranmasını engelleyerek yaşlanmanın da etkilerini azalttığına işaret etti.
Yetişen, yabancı ülkelerde çocuk mamalarının yapımında, kozmetikte, içki ve boya sanayisinde de kullanılan enginarın düşük kalori içerdiği için zayıflamak isteyenler tarafından da rahatlıkla tüketilebileceğini söyledi.
SATIN ALIRKEN DİKKAT EDİN Türkiye'de sınırlı miktarda üretildiği için yüksek fiyatlarla satışa sunulan enginar sağlık için taze olarak ve mevsiminde tüketilmesi gerektiğini ifade eden Yetişen, şöyle devam etti:
''Satın alırken yeşil yapraklarının ucuna bakarak satın alınmalıdır. Ucu siyah olan yaprağa sahip olan, yaprakları birbirinden çok ayrı olan ve üstünde siyah lekeleri olan enginar bayattır. Enginarın ortası sert olmalı ve tüylerinin iğne gibi batması gerekir. Sapında delik olması içinin kurtlu, esmer lekelerin olması enginarın ortasının çürümüş olduğunu gösterir. Ağırlığı fazla olanı tercih etmelidir. İyi bir enginarın sapının uzunluğu 8-10 santimetreyi geçmemelidir.''
YEŞİL YAPRAKLAR ATILMAMALI Yetişen, yemek yapmadan önce enginarın çok iyi yıkanması gerektiğini dile getirerek, temizlerken yapraklarının da ayrılarak sökülmesi gerektiğini bildirdi.
Enginarın sadece göbeğinin yenmemesi, yeşil yapraklarının da haşlanarak tüketilmesinin önemine dikkati çeken Yetişen, ''Haşlama suyu da atılmamalı. İçine biraz pirinç katılarak çorba olarak da tüketilmelidir. Enginar yemeği iyi çiğnenerek yenmeli ve pişirildiği gün tüketilmelidir. İçinde çok çabuk toksin oluşabileceğinden pişmiş enginar bekletilecekse buzdolabında 24 saatten fazla bekletilmemelidir'' diye konuştu.
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Şifalı Bitkiler
Enginar karaciğeri korur mu?
İlgi alanınız beslenme olunca doğal olarak yöneltilen yeme-içme soruları da artıyor.
Geçtiğimiz haftanın en enteresan sorularından biri şuydu: “Bir televizyon programında karaciğeri temizleyebilmek için her yıl altmış enginar yemek gerektiğini duydum. Bu bilgi doğru mu, altmış enginar yemek zorunda mıyım?”
İşte yanıtım: Bazı bitkilerin sağlık faydalarından istifade etmek konusu insanlık tarihi kadar eskidir. Sahip olduğumuz “doğal eczane”nin ilaç değerinde binlerce, on binlerce moleküle sahip olduğu da kesindir. Çaydaki kateşinler, havuçtaki betakaroten, balıktaki omega-3 yağları, karnıbahardaki sulforafan, sarımsaktaki allisin, üzümdeki rezveratrol en az eczaneden satın alacağınız vitamin hapları kadar değerli maddeler. Bununla birlikte son yıllarda doğal eczanenin gücünü biraz abartanlar, daha doğrusu bu işi abartarak işin ticaretini yapmaya kalkanlar var. Enginardaki cynarin’in veya deve dikenindeki syllimarin’in karaciğere faydalı olduğu doğru ama bu faydayı karaciğeri tedavi etmek için kullanmak isterseniz neredeyse bir kamyon karnıbahar ya da deve dikeni tüketmeniz gerekiyor. Doğru olanı şu: Bu besinlere yiyecek planlarımızda daha sık yer vermeli, besinlerdeki bu çok özel maddelerden faydalanmamız gerekirse, ki bu kararı doktorlara bırakmalıyız, güvenli koşullarda üretilmiş ve standardize edilmiş bitkisel desteklerden faydalanmayı düşünmeliyiz.
MENOPOZ
Ateş basmaları için hangi doğal destekler kullanılmalı?
Soya izoflovanları, black cohosh ve cimifuga özleri menopoza bağlı terleme ve ateş basmalarını azaltmak için en sık kullanılan destekler. Bazı durumlarda bunların birlikte kullanılması da mümkün. Bu destekler doğal-bitkisel olsalar da doktor tavsiyesiyle kullanılmaları daha doğru. Özellikle sağlık geçmişinde meme kanseri olanların soya izoflovanlarına başlamadan önce doktorlarıyla görüşmeleri lazım. Eğer herhangi bir ilaç almadan bu sorunlarla mücadele etmeyi düşünüyorsanız benim önerim keten tohumundan da faydalanmanız. Keten tohumu lignanlardan zengin yapısı nedeniyle (bitsel östrojenlerden biridir) bu tür yakınmaları azaltabiliyor.
HİPOGLİSEMİ
Tatlı krizleri hastalık işareti olabilir mi?
Tatlı krizleri özellikle orta yaş ve sonrası dönemi yaşayan kadınlarda sık görülen bir problem. Sık tekrarladığında açık ya da gizli bir hipoglisemi varlığına işaret eder. Hipoglisemi problemi olanların çoğunun sağlık hikâyesinde çikolata krizleri, dondurma patlamaları, kurabiye nöbetleri vs. olması mutaddır. Ama yine de her tatlı krizinin hipoglisemiden kaynaklanması gerekmiyor. Özellikle stres ve depresyon sorunu olanlar ruhsal kökenli tatlı krizleri yaşayabiliyor. Yani bu krizlerin duygusal nedenleri de olabiliyor. Özellikle orta yaşlı, hafif kilolu kadınlar tatlı krizleri ile birlikte “sık acıkma, yemeklerden sonra yorgunluk veya uyuklama, terleme, sinirlilik” gibi yakınmaları olması halinde hipoglisemi yönünden denetimden geçmelidir.
BESLENME
Kolesterolüm normalse yumurtayı ne sıklıkta yiyebilirim?
Kolesterol sorunu olmayan sağlıklı bir yetişkinin haftada 3-4 gün, günde bir yumurta tüketmesi bile sorun yaratmaz. Bir yumurta ortalama 200-220 miligram kolesterol ihtiva eder. Sağlıklı bir yetişkinin günlük kolesterol ihtiyacı da 300 miligram civarında. Bununla birlikte kolesterol sorununuz yoksa yumurta yemekte abartıya kaçmamak koşuluyla, çok temkinli davranmanız gerekmiyor. Yumurta mükemmel bir protein kaynağı olduğu, içindeki yağların büyük oranda faydalı yağlar içerdiği, vitamin ve minerallerden zengin yapısı nedeniyle de mükemmel bir besin. Yumurtanın kahvaltıda yendiğinde uzun süre tok tuttuğu için kilo kontrolünü kolaylaştıran bir besin seçeneği olduğunu da hatırlatalım.
KIRMIZI ET
Döner sağlıklı bir besin mi?
Eğer işin içine hile hurda karıştırılmaz, temiz, kaliteli kırmızı et kullanılır, işin yağ kısmı fazla abartılmazsa kömür ateşinde pişmiş dönerin (etin yakılmaması koşuluyla) sağlıklı bir besin olduğu söylenebilir. Herhangi bir et ürününü ızgarada yağsız olarak yakmadan kızartmak sağlıklı bir pişirme yöntemi. Bunu ister çevirme, ister döner yöntemiyle uygulayın fark etmez. Kızartılan ette yağ miktarı azalır ve herhangi bir zararlı yağın karışma ihtimali ortadan kalkar.
KİLO SORUNU
Kilo aldıran ilaçlar hangileri?
Depresyon ilaçları, betablokerler, kortizon içeren hap ve iğneler, bazı idrar söktürücü tansiyon ilaçları, ağızdan kullanılan bazı şeker ilaçları ve insülin iğneleri ve doğum kontrol haplarının kilo almayı kolaylaştırabileceği biliniyor. Eğer herhangi bir ilacı kullandıktan sonra kilo almaya başlarsanız bu durumdan doktorunuzu bilgilendirebilir, mümkünse ilacınızı değiştirmesini isteyebilirsiniz. Ama yukarıda belirttiğim ilaçlardan herhangi birini kullanıyorsanız kilo aldıracağı (veya aldırdığı) endişesiyle doktorunuza bilgi vermeden o ilacı kesinlikle bırakmamalısınız. Özellikle şeker ilaçlarını, insülinin ve tansiyon ilaçlarını doktorun bilgisi dışında bırakmanız ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Sakın böyle bir hatayı yapmayın!
KALP KRİZİ
Kalp krizine yol açan duyguların en kötüsü hangisi?
Olumsuz, endişe yoğunluğu fazla duygular kalbiniz için en az kolesterol kadar kötü ama uzmanlar kalp sağlığı açısından en zararlı duygunun “kızgınlık” olduğunu söylüyor. Hatta dozu kaçırılmış, kontrolsüz, aşırı kızgınlık halinin özellikle önceden eğilimi olanlarda bir-iki saat içinde kalp krizi geçirme olasılığını ciddi oranda yükselttiği belirtiliyor. Bazı kardiyologlar (örneğin Dr. Özgen Doğan/New York) kızgınlık veya saldırganlık duygusunun yüksek kolesterol düzeyi ve sigaradan bile tehlikeli olduğunu düşünüyor. Bu arada kalbe en faydalı duyguyu da belirtelim: Gülmek! Dr. Özgen Doğan’a göre gülmek en iyi ilaçlardan biri: Stresi azaltıyor, düşmanca hisleri ortadan kaldırıp saldırganlığı önlüyor. Gülmenin etkili bir stressavar, uyku ilacı, kas gevşetici ve ağrı kesici olduğu da aklınızda olsun.
KOLESTEROL SORUNU
Kolesterol düşürücü doğal ürünler işe yarıyor mu?
Kolesterol sorunu olanların bir kısmı yan etkilerinden duydukları endişelerle reçeteli kolesterol ilaçlarını kullanmak istemez. Benim de böyle düşünen hastalarım var, çoğu doğal bir destek arayışı içinde... Doğal bitki özleri veya besinlerle kolesterolü düşürdüğünü iddia eden ürünlerin sayısıysa oldukça fazla. Ne var ki bunların çoğu güvenli veya etkili değil. Çoğunun söylemleri iddiadan öteye geçemiyor. Ama yine de kolesterol sorunu olanların kullanabilecekleri birkaç doğal destek var. Bunların en ünlüsü kırmızı mayalı pirinç. Bir tür kırmızı mayada fermente edilmiş pirinçten (red yeast rice) elde edilen özlerin toplam kolesterolü % 15-25, kötü kolesterol LDL’yi % 30 oranında düşürebildiğini gösteren bilimsel bulgular var. Bu ürünler reçetesiz satılıyor. Ürünlerin içinde doğal lovastatin var. Bilindiği gibi bu madde aslında sentetik olarak üretilen Mevacor isimli ilacın içindeki maddenin aynısı. Doğal kolesterol düşürücüler arasında bitkisel sterol ve stanoller, polikosanol alkol, yeşil çay ve guggul da ekleniyor. Benim önerimse bu ürünlerden faydalanmayı düşündüğünüzde de doktorunuzla konuşmanız.
HDL
HDL’yi ilaçla yükseltmek mümkün mü?
İyi kolesterol HDL’nin azalması, özellikle de kritik hudutların altına düşmesi (% 35 miligram ve altı), koroner arterler için en az kötü kolesterol LDL’nin yükselmesi kadar önemli bir sorun. İşin kötüsü HDL azlığına çoğu zaman yüksek trigliserid seviyeleri, kan şekerinde yükselme eğilimi ya da gizli diyabet (prediyabet), ürik asit fazlalığı ve göbek-karın bölgesinden yağlanmanın da eşlik etmesi. Bütün bunlar HDL azlığıyla birlikte damar sertliğini daha da ciddi bir tehdit haline getiriyor. Düşük HDL seviyelerini arttıran bir ilacı geliştirmek için birçok firma yoğun çabalar gösterdi. Bunlardan biri (Pfizer) önemli bir mesafe kat etmesine rağmen son aşamada (ortaya çıkan yan etkiler nedeniyle) çalışmalarını ürünü piyasaya vermeden iptal etti. Şimdilik ufukta yakın bir gelecek için ciddi bir alternatif de görünmüyor. Tek alternatif olarak geriye bir B vitamini olan niacin kalıyor. Ne var ki niacin alınması zor bir ilaç. Sık sık istenmeyen yan etkilere yol açıyor. Bu nedenle şimdilik bilinen diğer seçeneklerden istifade etmekte yarar var: Daha sık ve yoğun egzersiz yapmak, şişmansanız fazla kiloları vermek, sigara içiyorsanız bırakmak, trans yağlı yiyeceklerden kaçınmak...
Gönderen ask zaman: Salı, Mayıs 11, 2010 0 yorum
Etiketler: Şifalı Bitkiler
RAHİM AĞZI KANSERİ AŞISI
Aşının koruyucu etkisi çok yüksek
Rahim ağzı kanseri gelişmekte olan ülkelerde sık görülen hastalıklardan. 3 yıldır aşıyla bu hastalıkla savaşmak mümkün oluyor. Yan etkisi bulunmayan aşının, koruyucu etkisi yüksek, erken yapılması da etkinliğini artırıyor.
Kızıma rahim ağzı kanseri için aşı yaptırayım mı
Kızıma rahim ağzı kanseri için aşı yaptırayım mı?
13 yaşında bir kızım var. Son günlerde çok duymaya başladığımız rahim kanseri ve rahim ağzı aşısı için ne düşünüyorsunuz? Kızımın çocuk doktoru "Henüz erken" diyor. Benim kadın doğum doktorum "İsterseniz yaptırın" diyor. Ben kesin bir cevap bekliyorum. Kızıma bu aşıyı yaptırayım mı, sakıncası var mı?
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Rahim ağzı kanseri gelişmekte olan ülkelerde en sık görülen hastalıklardan biri... HPV denen virüs rahim kanseri olan hastaların yüzde 98'inde bulunmuş yani bu kanserine neden olan en önemli etkenlerden biri. İki firma 8-9 senedir üzerinde çalışmalar yapılan ve son 3 yıldır dünyada kullanılan iki aşı geliştirdi. Bugüne kadar 50 milyondan fazla kişiye bu aşılar uygulandı. Son bilgilerimize göre, bu aşılara bağlı ciddi bir yan etki yok. Aşının koruyucu etkisi de çok yüksek. Bence 11-13 yaşlarından itibaren kız çocuklarının aşılanmasında yarar var. Yapılan çalışmalar 35 hatta 45 yaşına kadar da bu aşıların yapılabileceğini gösteriyor. Ne kadar erken yaşta yapılırsa etkinliği o kadar fazla oluyor. Bunun da bilinmesinde yarar var.
Adet döneminde ağrım çok oluyor
17 yaşındayım. Adet dönemlerim çok sancılı geçiyor. Midem bulanıyor, 10 gün önce ağrı başlıyor. Adet dönemi boyunca da devam ediyor. Ağrılar kalçamın üst kısmından başlıyor, boynuma kadar devam ediyor. Acaba vajinal bir enfeksiyonun belirtisi olabilir mi? Adet döneminin dışında da bel ağrılarım oluyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Adetlerin ağrılı olması (özellikle genç kızlarda) sık görülen bir durum. Bunun pek çok nedeni olabilir; geçirilen enfeksiyonlar ağrı yapabilir. Endometriozis denen hastalık da (Rahmin iç tabakasının yani endometriumun gereken yer dışında olması ve adet zamanı oralarda yani rahim adalesi, yumurtalık gibi) ufak kanamaların olması... Ya da rahmin normalden biraz ufak veya şekil bozukluklarının olması, ufak myomları bulunması da sık rastlanılan durumlardır. Sizin yapmanız gereken bir kadın doğum uzmanına muayene olup ağrının nedenini araştırmanızdır. Çoğu kere basit ilaçlarla şikayetleriniz geçirilebilir.
Bebeğim engelli mi olacak?
Gebeyim, yüksek risk çıktı. Aminosentez yaptırdım. Size 3 taramanın sonucunu yolluyorum. Beni bu konuda aydınlatır mısınız? Çocuğum zihinsel engelli olabilir mi?
CEVAP Prof.Dr. Derin KÖSEBAY - Riskli gebelik veya bebeğe ait anomali riski sadece bu sonuçla değerlendirilemez. Sizin perinatolog bir kadın doğum hekimine muayene olmanız gerekir. Yaşınız, bugüne kadarki gebelikleriniz, aile öykünüz ve o doktorun yapacağı detaylı ultrason muayeneniz sonucunda risk belirlemesi yapılacak. Eğer bebek için yüksek risk saptanırsa (Bu yaptırdığınız test de göz önünde bulundurularak) Amniosentez (Bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan örnek alıp kromozom araştırması yapılması) kararı verilecektir.
2 Mayıs 2010 Pazar | Gönderen ask zaman: Pazar, Mayıs 02, 2010 0 yorum
Etiketler: Kadın Sağlık
AROMATERAPİK KARIŞIMLAR
Aromaterapik karışımlar
Kokulu, huzurlu…
Bitkilerin öz, çiçek ve yapraklarından elde edilen bin bir çeşit saf uçucu yağ; stresten selülite, ağrılardan afrodizyak etkiye pek çok soruna çözüm vaat ediyor.
AROMATERAPİK KARIŞIMLAR
Kökeni 5.000 yıl öncesine dayanan aromaterapi, bitkisel öz yağların kimyasal yapısı ve enerjilerinden faydalanan; masaj, buğu, kompres, banyo gibi yöntemlerle uygulanan sağlık ve güzellik terapileri anlamına geliyor. Bitkisel özlü yağlar, aromatik bitkilerden buhar-damıtma yoluyla elde ediliyor. Bu öz yağlar cilt tarafından çok kolay emiliyor ve çok güçlü etkileri var. Hay Sağlık Merkezi'nden terapist Korhan KUĞU, yağların dikkatli kullanılmaları gerektiğini belirtiyor. Gerek fizyolojik sorunların, gerekse stres kaynaklı duygusal problemlerin çözümüne yardımcı olan aromaterapi, tamamlayıcı tıbbın da bir parçası.
Her bitkisel öz yağın kendine özgü bir işlevi var. Kimi öz yağlar rahatlatırken, kimileri de toksin atmaya yardım ederek canlandırıcı etki sağlıyor. Aromaterapi, masajın rahatlatıcı etkisiyle öz yağların iyileştirici özelliklerini birleştiriyor. Aromaterapik masajlarda, bitkisel öz yağlar, tüm vücuda değişik masaj teknikleriyle uygulanıyor. Hatta yüz ve saçlar için olanları da bulunuyor. Aromaterapiden faydalanmak için çok belirgin bir şikâyetinizin olması gerekmez. Günlük stresten kurtularak sağlıklı bir ruh, beden ve zihin gücüne sahip olmak ve kendinizi şımartmak için de bu yöntemlerden yararlanabilirsiniz.
Nasıl etki ediyor?
Evde hazırlayabileceğiniz aromaterapik karışımlarla kendinizi daha iyi hissetmeniz mümkün. Aromaterapi, uzman terapistler tarafından uygulandığındaysa; rahatlatıcı, doğal, zararsız ve cildi besleyici bir yardımcı tedavi işlevi görür. Klinik ortamdaki uygulamalardaysa; fizyolojik (kas, kemik, eklem, bel ve sırt ağrıları, eklem iltihaplanmaları, romatizma, burkulma ve incinme, migren, menopoz, kabızlık, tansiyon gibi) ve stres kaynaklı (duygusal, psikolojik rahatsızlıklarda, uykusuzluk, el ve ayak terlemeleri, tedirginlik, gerginlik, baş ağrısı gibi) problemlerin çözümü için destek sağlıyor.
Bitkisel yağlar ne işe yarıyor;
Yasemin yağı: Stres, yorgunluk, âdet problemlerinde etkili, doku sıkılaştırıyor
Okaliptüs yağı: Huzursuzluğu ve gerginliği alıyor.
Nane yağı: Moral veriyor, sindirim ve solunuma iyi geliyor.
Papatya yağı: Cilt sorunlarına ve anksiyeteye iyi geliyor.
Greyfurt yağı: Kıskançlık duygusunu azaltıyor.
Çay ağacı yağı: Antiseptik özelliği var. Gül ağacı yağı: Sinir sistemine ve bitkinliğe iyi geliyor.
Lavanta yağı: Zihnin uyanmasına yardım ediyor, negatif düşünceyi engelliyor. Portakal yağı: Ferahlatıp gevşemeyi sağlıyor. Biberiye, çam ve Defne yağları: Enerji veriyor.
Havuç yağı: Hücre yenilenmesini destekliyor. Limon yağı: Parlak saçlara kavuşmayı sağlıyor.
Kekik yağı: Uyarıcı, spazm çözücü ve afrodizyak özelliği var.
Zencefil yağı: Cilde iyi geliyor, kan dolaşımını artırıyor.
Bunlara dikkat!
*Güçlü etkileri olan aromaterapik yağlar doğru kullanılmazlarsa çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Örneğin, bir tatlı kaşığı okaliptüs yağının içilmesi, kişinin ölümüne dahi yol açabilir, içeriğinde zehirleyici özellik bulunan yağların dozajları ve kullanım sürelerini mutlaka bir terapiste danışın.
*Aromaterapi uygulamaları, alerjik bünyelerde, hamilelik döneminde ve çocuklarda çok dikkatli kullanılmalıdır.
*Bazı yağların tahriş edici özelliği sebebiyle cilde uygulanırken dikkat etmek gerekir.
*Herhangi bir ilaç kullanıyorsanız aromaterapik yağlardan uzak durun.
*Aromaterapik yağları, gözlerinize kesinlikle uygulamayın.
*Solunum yolu rahatsızlığınız varsa teneffüs uygulamalarından sakının.
Gönderen ask zaman: Pazar, Mayıs 02, 2010 0 yorum
Etiketler: Sağlık
KIRMIZI BİBER KİLO VERDİRİR Mİ?
Kırmızı biber kilo vermede gerçekten etkili olabilir mi?
Kırmızı biberin içinde bulunan kapsaisin maddesi yenilen miktarla orantılı olarak iştahı azaltıyor. Yemek sonrası metabolizmayı hızlandırarak vücudu yediklerinizi yakması için uyardığı ve bu suretle vücuttaki yağ miktarının azalmasını sağladığı iddia ediliyor.
[Kırmızı biber kilo vermede gerçekten etkili olabilir mi]
Son yıllarda piyasaya sürülen gıda desteği ürünlerin büyük çoğunluğunun satışını artırmak amacıyla ‘zayıflatıcı’ olarak pazarlandığını görüyoruz. Zayıflamaya çalışan milyonlarca kişinin, Nasrettin Hoca’nın göle yoğurt çalması gibi “Ya tutarsa” mantığıyla bu ürünlerden bir kere bile satın alsa ortaya çıkan satış rakamını tahmin edebilirsiniz. Bilimsel açıdan bakıldığında ise önemli olan, ileri sürülen zayıflatıcı etkisinin bilimsel çalışmalarla ne derecede desteklendiği... Bilimsel çalışmaların ‘güvenilir’ kaynaklarda yayınlanmış olması bir diğer önemli husus, şüphesiz. Çünkü bazı dergilerde ‘düzmece deneysel sonuçların’ yayınlanması da mümkün.
YAĞ METABOLİZMASI HIZLANIYOR
Diğer taraftan insan ve deney hayvanları arasındaki farklı metabolizmalar nedeniyle deney hayvanları üzerinde yürütülmüş deneysel bulgular ürünün etkinliği hakkında ancak fikir veriyor. Dolayısıyla insanlar üzerinde klinik çalışmalarının yürütülmesi son derece önemli.
Zayıflama takıntısı içerisinde her piyasaya sürülen ürünü denemeye kalkarsanız vücudunuzda kalıcı hasara yol açmanız mümkün olabilir. Geçen sene bir salgın halinde uygulanan ‘lavman’ uygulaması gibi... Kaç kişi bu ‘akıl dışı’ uygulamayla zayıflayabildi, acaba? Henüz “Her istediğimi yiyeyim hem de zayıflayayım” şeklinde bir düşünceyle başarıya ulaşmak mümkün değil. Kendi vücudunuzu, metabolizmanızı tanımanız ve buna uygun bir diyet seçmeniz gerekir. Diyet ve egzersizle birlikte uygulanmayan bir zayıflama programının başarılı olması beklenemez.
Son zamanlarda, kırmızı biberin zayıflama programlarında ne derecede etkili olabileceği konusu tartışılıyor. Benim için önemli olan husus ise bu iddialar ve tartışmaların ne derecede bilimsel bulgularla desteklendiği... Kırmızı biberin içerisinde acı lezzetini veren kapsaisin isimli maddenin vücuttaki yağ metabolizmasını artırarak zayıflamada yararlı olabileceği ilk olarak Japon araştırıcıların dikkatini çekmiş. Kapsaisin sempatik sinir sistemi uyararak adrenal medulladan kateşolaminlerin salgılanmasını sağlamakta ve bu suretle enerji ve yağ metabolizmasını artırdığı ileri sürülmektedir. Kırmızı biberin (yenilen miktarla orantılı olarak) yemek sonrası metabolizmayı hızlandırarak besinlerin yakılmasını uyarabileceği, iştahı baskılayarak alınan enerji miktarını azaltabileceği ve bu suretle vücuttaki yağ miktarını azalmasını sağlayabileceği düşünülmektedir.
Yemekle alınan yağlar, taşıdığı yoğun enerjiye karşılık doygunluk yaratma kapasitesi düşük olduğundan obezite oluşumunda önemli bir etkendir. Dolayısıyla kırmızı biberin yağ metabolizmasını hızlandırması obezite oluşumunun engellenmesi ve tedavisi bakımından yararlı olabilmesi muhtemeldir. Bu konuda Japon araştırıcılar tarafından yürütülen klinik çalışmalarda kırmızı biberin iştahı baskıladığı, toplam alınan besin miktarında azalmayı sağladığı ve enerji sarfiyatını artırdığı sonucuna varılmıştır.
MİKTAR ARTIKÇA İŞTAH AZALIYOR
[Kırmızı biber yerine kapsaisin kullanımına dikkat]
Daha sonra yürütülen bir çalışmada ise gönüllülerin bir kısmına kırmızı biberin etkili maddesi kapsaisin kapsül halinde yutturularak doğrudan mide-bağırsak sistemine gitmesi sağlanırken, diğer bir kısmına ise kapsaisin domates suyu içerisine ilave edilerek verilmiş. Sonuçta, alınan enerji miktarının kapsaisinin domates suyu içerisinde verilmesiyle daha belirgin bir şekilde azaldığı gözlenmiş. Yani kapsaisin ağızdan temasla verildiğinde iştahı daha yüksek oranda (yüzde 25-30 kadar) baskılamış.
Benzer bir sonuç bir başka grup araştırıcı tarafından da aynı yıl içerisinde yayınlanan çalışmada ortaya konuluyor. Bu çalışmada ise erkek gönüllülere değişen acılıkta kırmızı biberli çorba ve boş kapsül (plasebo kapsül), diğer gruba ise kırmızı biber içermeyen çorbayla (plasebo çorba) birlikte kapsaisin taşıyan kapsül verilmiş. Deney sonucunda kırmızı biberli çorba verilen gönüllülerde kırmızı biber miktarı arttıkça iştahı baskıladığı tespit edilmiş. Yani kırmızı biberin iştahı kesici etkisinin ağız yoluyla alındığında sempatik sinir sistemini uyarmasına bağlı olabileceği sonucuna varılmış.
BOŞUNA MI ENDİŞELENİYORUM?
Burada sorun, verilen miktarın artmasına bağlı olarak etkinin artması. Şüphesiz kırmızı biberin fazla miktarda tüketilmesi pek mümkün değil. Mide-bağırsak sisteminde yol açabileceği tahrişe bağlı ortaya çıkabilecek sorunlar ciddi boyutlarda risk yaratabilir.
Piyasada farklı bileşimlere sahip kırmızı biber kapsülleri zayıflama amacıyla pazarlanıyor. Kullananların ifadeleri yukarıdaki deneysel sonuçları destekler nitelikte yani iştahı baskılıyor. Ancak literatürde tansiyonu yükseltebileceği ve astım krizlerini tetikleyebileceği yönünde bazı uyarılar yer alıyor. Nitekim, bir dostum tansiyonu yükselttiği için kırmızı biber kapsüllerinin kullanımını kesti.
Benim bu konudaki endişelerim biraz daha farklı boyutta. Bu ürünlerden biri üzerinde yaptığımız incelemede kapsüllerde, kırmızı biber yerine kapsaisin kullanıldığını tespit ettik. Halbuki, kutunun üzerinde ‘kırmızı biber meyvesi’ taşıdığı yazılı idi. Bu durum aklıma geçtiğimiz sene çıkan skandalı hatırlattı. Hani Çin kaynaklı bir bitkisel zayıflama ürünü içerisine normalin üç katı sibutramin isimli zayıflatıcı kimyasal maddenin ilave edildiği ve bazı ölümcül vakalara yol açtığı olay. Bu kırmızı biber hapları da Çin kaynaklı olduğuna göre ne derece güvenilir olduğunu bilemiyorum. Nitekim birkaç gün önce gazetelerde yer alan bir genç kızım ölüm haberinin ayrıntılarında zayıflama hapları kullandığı ve 11 kilo verdiği bilgisi yer alıyordu. Henüz ayrıntısını bilmiyoruz. Bilmiyorum boşuna mı endişeleniyorum?
Gönderen ask zaman: Pazar, Mayıs 02, 2010 0 yorum
Etiketler: Zayıflama
YULAF İLE SAĞLIKLI ZAYIFLAMAK
Bilimsel araştırmalar, yılafın içerdiği betaglukan isimli bir etken maddenin kolestrolü düşürmeye, kan şererini dengelemeye ve kilo kontrolü sağlamaya yardımcı olduğunu gösteriyor.
[YULAF İLE SAĞLIKLI ZAYIFLAMAK] Yulaf; diğer tahıllara göre daha yüksek oranda çözünür posa içeriyor. Ayrıca demir, manganez, çinko ve E vitamini, tiamin, niasin, riboflavin, folat ve diğer B grubu vitaminlerinin de kaynağı... Yulaf aynı zamanda iyi bir selenyum deposu. Selenyum ise vücut için önemli bir antioksidan, astım ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu, DNA tamiri ve özellikle kolon kanseri olmak üzere kanser riskini azalttığını da söylemek de fayda var.
Yulaf, magnezyum minerali açısından da zengin. Magnezyum, vücudun glukoz ve ensülin salınımında görev alan 300'den fazla enzimi destekliyor. Yulaf bu olumlu etkilerinin yanı sıra barsak ve sindirim sistemine da yardımcı. Bu etki için yulafın içinde bulunan 'betaglukan' dediğimiz etken maddeden düzenli olarak günde en az üç gram alınması gerekiyor. Yulaf betaglukanının kan şekeri üzerindeki etkileri hakkında yapılan araştırmalar, yemek sonrası kan şekerinin yüzde 36 seviyesinde düşük çıktığını göstermekte.
Ayrıca yemek sonrası oluşan fazladan ensülin ihtiyacının da yüzde 44 gerilediği görülüyor. Düzenli tüketim ile 'kötü' LDL kolesterolünüzü düşme ve toplam kolesterol seviyenizde de yüzde 10'a kadar varan bir azalma sağlamakta. Yulaf betaglukanının kolesterolü düşürücü etkisi son 20 yılda yapılan pek çok detaylı araştırma ile ortaya koyulmuş.
Yulaf betaglukanı nedir?
Yulaf betaglukanı suda çözünen bir lif. Suyla birleşince jel oluşumu meydana getiriyor. Sağlık üzerindeki olumlu etkilerin sırrı da bu bal kıvamındaki jelle ilişkili. Jel olmazsa etki de olmuyor. Günde üç gram yulaf betaglukanı alabilmeniz için en az 2-3 porsiyon yulaf tüketmeniz gerekmekte ya da eczanelerde bulabileceğiniz betaglukanı hesaplanmış doğal yulaf gevreğini de kullanabilirsiniz
Fazla yulaf yemenin bir yan etkisi ya da zararı olabilir mi?
Yulaf ya da betaglukan ile zenginleştirilmiş ürünler yemenin bilinen zararlı bir yan etkisi yok. Yetişkin bir kişi günde 25-30 gram kadar lif tüketebilir, bu da sağlığını olumlu etkiler.
Yulafı daha fazla nasıl tüketebilirsiniz?
Benim sevdiğim ve önerdiğim, yulaf ezmesinin su ya da sütle kaynatıldıktan sonra bir kaşık bal eklenerek sıcak bir öğün olarak sabahları tüketilmesi. Betaglukanı zenginleştirilmiş yulaf gevrekleri ise ara öğünlerde sade ya da yoğurtla birlikte tüketilirse uzun süreli tokluk verdiği için abur cubur yemenizi engelleyerek kilonuzu korumanızı sağlar, bu gevrekleri çorbanıza da ekleyebilirsiniz.
Gönderen ask zaman: Pazar, Mayıs 02, 2010 0 yorum
Etiketler: Zayıflama
HAYALİNİZDEKİ MEMEYE KAVUŞUN
Plastik cerrahi sayesinde istediğiniz gibi bir memeye kavuşmanız hayal değil.
OP.DR. NURİ BATTAL ANLATIYOR:
Protezler yardımıyla memelerinizi büyütebilir, büyüklüğünden yakınıyorsanız dilediğiniz gibi küçültebilir ya da dikleştirebilirsiniz. Bu ameliyatlar kadının psikolojisini düzeltiyor, özgüven problemini ortadan kaldırıyor...
HAYALİNİZDEKİ MEMEYE KAVUŞUN
Kaç çeşit meme ameliyatı var?
Meme büyütme ameliyatlarını 3’e ayırabiliriz.
1) Meme büyütme.
2) Meme küçültme
3) Meme dikleştirme. Yani meme ameliyatlarında memeyi büyütebiliyoruz, küçültebiliyoruz, dikleştirebiliyoruz.
Meme büyütme ameliyatları kimlere yapılıyor?
Bu ameliyatı memelerinin yeterli büyüklükte olmadığını düşenen kadınlara yapıyoruz. Meme büyütme, genetik veya hormonal sebeplerle memelerinde yetersiz büyüme olan, memelerinde asimetrik farklar olan veya hamilelik ya da fazla kilo kayıpları sonucu memeleri küçülmüş kişilere uygulanabilir. Meme büyütmenin tek yolu o bölgeye bir protez koymak.
Kaç çeşit meme protezi var?
Protezlerin birkaç tipi var. En eskisi jel protezler ama artık çok tercih edilmiyor. Jeli dışına kaçırdığı için pek kullanmıyoruz. Kesildiği zaman dağılmayan koezif jel denen protezler var. Bir de serum fizyolojikli olanları var. Boş bir torba düşünün, içinde tuzlu su var. Kılıfı silikon ama içi su dolu. Uzun süredir Amerika’da plastik cerrahlar serum fizyolojik olan protezleri tercih ediyordu. Bir de hastanın kendi yağı kullanılarak yapılan ameliyatlar var. Ama tıbbi sakıncaları olabiliyor ve pek tercih edilmiyor. Konulan yağ zamanla taşlaşarak meme filminde meme kanserini taklit eden görüntülere neden olarak doktoru yanıltabiliyor. Bu da teşhiste hataya yol açabilir. Konulan yağ zamanla vücut tarafından eritildiği için, memenin 6 ay gibi kısa bir zamanda tekrar eski haline dönme riski var. Bu nedenle çok güvenilir bir teknik değildir.
Hasta takılacak protezi kendi mi seçiyor?
Evet, biz hastaya meme protezini ve çeşitlerini anlatıyoruz. Sonra da en uygun olanına birlikte karar veriyoruz.
Meme protezi ameliyatı nasıl yapılıyor?
Hastadan ne kadar büyütmek istediğini öğreniyor, işaretliyoruz. Eğer memeye katı silikon yerleştireceksek meme ucu ya da meme altında kesi yapıyoruz. Bu protezlerin esneme kabiliyeti yok, bu yüzden büyük bir yer açmak zorundayız. Protezi kasın ya da memenin altına yerleştiriyoruz. Katı olan protezler ellediğiniz zaman normal memeyi çok iyi taklit edemiyor. Memenin yapısı yumuşaksa gerçekten sert duruyor, hissi de biraz daha sert.
İz kalıyor mu?
Evet, meme altından yapınca meme altında 5 santimlik bir iz kalıyor.
Yırtılma riski var mı?
Meme protezlerinin her zaman yırtılma riski vardır. Eğer yırtılma olursa yine oradan girip yenisi takmak mümkün oluyor. Jel olan protezlerin 6 ya da 8 yılda bir değiştirilmesi öneriliyor.
Serum fizyolojikli olan protezler nasıl yerleştiriliyor?
Koltuk altındaki kıllı bölgeden 2 santimlik kesi yapıyoruz. O kesiden hiçbir şeyi kesmeden bir tünel açarak kasın arkasına giriyoruz, orada tam güvenli bir bölge var. O adalenin altına girip protezi yerleştiriyoruz. Ameliyat 15-20 dakikada bitiyor. Kanama riski çok az. Meme başını kesmediğiniz için meme ucuna gelen sinirleri zedeleme olasılığı çok düşük. Bu protezler yumuşak oluyor ve patladığı zaman riski az. Serum fizyolojikli olan protez patladığında siz 1 bardak tuzlu su içmiş gibi oluyorsunuz. Başka bir yan etkisi yok. Serum fizyolojik olanlar patlamazsa bir ömür boyu kullanılabilir. Ameliyatta dikişleri içeriden yapıyoruz, dışarıda iz kalmasını istemiyoruz. Diğerlerini de dışarıdan yapıştırmayla kapatıyoruz. Bu ameliyatta mümkün olan en az iz kaldığı için hastanın cinsel hayatında sorun çıkmıyor, kendini psikolojik olarak da iyi hissediyor.
Ameliyatın riski var mı?
Bütün ameliyatlarda olduğu gibi kanama riski var. Ama kanama durdurucu tekniklerimiz var. Enfeksiyon için de artık şartlarımız çok iyi. Protezler son derece steril olarak elimize geliyor. Hastaya ameliyat sonrası çok güçlü antibiyotikler veriyoruz.
Vücut protezi reddederse?
Evet, nadiren de olsa böyle bir durum söz konusu. Bu protez etrafında vücudun oluşturduğu bir kılıf ile protezi sıkıştırmasıdır. Meme ameliyatlarından sonra bazı kadınlar ‘Memelerimin şekli bozuldu, sertleşti’ derler. Burada vücut, protezi yabancı bir madde gibi algılıyor ve protezi reddediyor. Bu yüzden cebi yeterli boyutta açmak lazım.
Bu durum ortadan kaldırmak için önlem almak mümkün mü?
Ameliyat sonrası hastaya masaj öneriyoruz. Üzerine yat, yan yat diyoruz ki yaptığımız cep yeterli büyüklükte kalsın ve kapsül oluşmasın. Hasta biraz daha kendisiyle ilgilenirse, bakımını yaparsa bu risk daha düşük oluyor.
Hasta ne kadar sürede iyileşiyor?
Sabah ameliyat olan hasta akşam evine gidebilir. Aktif yaşama 4-7 gün arasında döner. Ameliyattan sonraki 2-3 gün hastanın ağrısı olur.
Ameliyat sonrası nelere dikkat etmek gerekiyor?
Hasta meme büyütme ameliyatı sonrası özel sütyeni 2-4 hafta süre ile takar. 2-3 hafta kadar ağır spor ve egzersiz yapılmaz. Protez meme dokusu altında olduğu için hasta rahatlıkla çocuk doğurabilir ve süt verebilir
Dilediğiniz kadar küçültebilirsiniz
Büyük meme birçok kadın için ciddi sorun. Üstelik estetikten de öte sağlık sorunu. Taşıdıkları ağır yük ciddi olarak omuz, bel, sırt ağrısı yapar. Spor yapmanın koşmanın zorluğundan yakınan iri memeli kadınlar için incecik askılı şık sütyenler, bikiniler ya da daracık bluzlar giymek hayaldir.
Yaş sınırı var mı?
18-19 yaşından sonra bu ameliyatlar hastanın kalp, kanser, şeker gibi hastalıkları yoksa yapılabilir. 30-35 yaşından sonra ameliyat olmak isteyen hastaların mutlaka meme ultrasonu ve mamografi çektirmesi gerekiyor. Memenin şekli değiştiği için bir şey varsa önceden mi vardı, sonra mı oluştu onu görmek istiyoruz.
Meme küçültme ameliyatı nasıl yapılıyor?
En çok kullanılan iki teknik var. Bir tanesi ters T şeklinde olanı. Burada meme ucunun etrafında aşağı doğru inen ve memenin altında giden bir kesi yapılır. Bu en eski yöntemlerden biri. Diğeri ise daha sık kullanılan Vertikal mammoplasti denilen dikey tek çizgiyle yapılanıdır. Meme başı etrafında ve aşağı dönülen bir şekildir. Plastik cerrahide en az izi bırakmak amaç olduğundan dikey olanda daha az iz kalır. Bir de dikey tek çizgiyle yapılanda memenin görüntüsü ve projeksiyonu daha güzel oluyor. Dev memelerde çok daha farklı teknikler uyguluyoruz. Dikey kesi fizik kurallarına aykırı. Meme derisi yana doğru çeker. İzlerin genişlememesi için bandajlamak ve hastayı takip etmek gerekiyor. Meme küçültme ameliyatlarında memeyi istediğimiz kadar küçültebiliyoruz. İçerideki dokuyu istediğimiz boyutta çıkarıyoruz. Kalan kısım şekillendirdikten sonra memeyi tamir ediyoruz.
Hasta çok ağrı çeker mi?
Hayır, bu ameliyat meme protez ameliyatına göre daha ağrısızdır.
Ne kadar sürede iyileşiyor?
İyileşmesi ve yaraların kapanması için zaman gerekir. Memenin şeklini alması, oturması 6 ay ile 1 yılı bulur. Ağrı yoktur. Bu ameliyatta da dikişleri içeriden yaparız. Dikişler de kendiliğinden erir. Kadın sabah ameliyat olup akşam evine gidebilir. Ameliyat 2 saat sürer. Uygulanan bandajlar 15 gün kadar sonra açılır ve hasta özel sütyeni 3-6 ay kadar takar. Hastanın zorlayıcı kol hareketleri yapması, cinsel aktivitede bulunması 3-4 hafta yasaktır. Çünkü şişme veya kanama, şişme ve yara açılması gibi problemlere neden olabilir. En önemlisi sigara içmesi yasaklanır. Uyurken sırt üstü yatmak, memelerin baskı altında kalmasını önler. Meme başlarının ve kesi yerlerinin hissizleşmesi normaldir. Bu durum ortalama 1 yıl içinde düzelir.
Bu ameliyatın riski nedir?
Meme estetiği ameliyatlarında oluşabilen en önemli komplikasyon meme başı kaybıdır. Bu komplikasyonun oluşması hastanın sigara içmesi engellenerek ve ameliyat sırasında plastik cerrah tarafından meme başı dolaşımı özenle korunarak önlenebilir. Ameliyattan 1 ay kadar önce ve yaralar tam kapanana kadar hastaların sigara içmemesi istenir. Çünkü nikotin damarları daraltıp dolaşımı bozduğu için yara iyileşmesini etkiler.
Ameliyatta meme ucunu yeniden mi yapıyorsunuz?
Hayır, bazı hastalar meme ucunu çıkardığımızı düşünüyor ama çıkartmıyoruz. Sadece meme ucunun etrafındaki deri çıkarılıyor, yukarı doğru çekiliyor ve öyle dikiliyor.
Memeleri küçülttürmek kanser riskini artırır mı?
Araştırmalarda böyle bulgulara rastlanmadı. Ancak ameliyat sonrası oluşabilecek şişkinlik ve beze türü şeylerin ameliyatla bağlantılı olduğunu düşünüp doktora gitmeyi ihmal etmemek gerekir. Meme küçültme ameliyatı sırasında plastik cerrah şüphelendiği kitleler varsa bunları da temizler.
Bu ameliyattan sonra bebek emzirmek mümkün mü?
Evet, emzirebilirsiniz. İlerleyen teknoloji sayesinde meme küçültme ameliyatları sonrasında komplikasyonlar en aza indirilmiştir. Meme ucunun tamamı memeye yapışık ve süt kanallarının çıkış yerleri ameliyat sırasında korunduğu için memeler emzirme yeteneğini kaybetmez. Fakat birkaç ay süre ile geçici olarak hissizleşme görülebilir.
Meme küçültme ameliyatı kimlere yapılabilir?
Aşağıdaki özelliklerden birine ya da bir kaçına sahipseniz meme küçültme ameliyatına uygun bir aday olabilirsiniz.
-Memelerin vücut yapısına oranla çok büyük olması.
-Memelerin hantal ve sarkık olması, bu tür memelerin başları ve çevresindeki koyu renkli kısım yukarıya veya tam olarak yere doğru bakması.
-Biri oranla diğerinin büyük olması.
-İri memelerin verdiği ağırlıktan dolayı sırt, boyun ve omuz ağrılarının çekilmesi.
-Memelerin altındaki derinin sık sık tahriş olması veya tekrarlayan mantar enfeksiyonlarının olması,
-Memelerin büyüklüğünün ve ağırlığının fiziksel aktiviteleri önlemesi.
-Memelerin iriliğinden ötürü huzursuzluk duyulması.,
-Estetik olarak görünümden mutlu olmamak.
Sarktı diye üzülmeyin çaresi var
Meme dikleştirme nedir?
Hamilelik veya yaşlanmaya bağlı olarak meme dokusu azalmakta ve memelerin içi boşalarak ya da dış derisi aşırı derecede bollaşarak meme sarkmasına neden olur. Zaman içinde çeşitli nedenlere bağlı olarak sarkan memeler, meme dikleştirme ameliyatı ile dikleştirildiğinde bütün dış hatları daha da gençleşir. Meme sarkması, derinin elastikiyetini kaybetmesi, yer çekimi ve sık sık kilo alıp verme, hamilelik, emzirme gibi nedenlerden kaynaklanır. Zaman içinde memeler şeklini ve sertliğini yitirir. Bazen genç kızlarda bile genetik olarak memelerde sarkma olabilir.
Kimlere yapılır?
Memelerin, büyüklüğü vücuda göre orantılı değilse, sarkmışsa, sertliğini kaybetmişse, meme uçları ve çevresindeki kahverengi kısım aşağıya doğru bakıyorsa, şekli bozulmuş ve ileri derecede büyümüşse meme dikleştirme ameliyatı yapılabilir. Memelerin sarkması ve sertliğini kaybetmesi kimi kez kalıtımsal olabilir. Sadece küçük memeler için değil, büyük memeler için de boyutlarını değiştirmeden biçimini düzeltmek ve damla gibi dikleştirmek mümkündür.
Ameliyat nasıl yapılıyor?
Genel anestezi ile hatta lokal anestezi ile yapılması mümkündür. Bu tür vakalarda yapılacak işlem, meme dokusunun toparlanması, genişlemiş meme ucunun küçültülmesi ve fazla olan derinin kesilerek çıkarılması ile memeye yeniden şekil verilmesidir. Ancak meme dokusunda küçülme de söz konusu ise meme estetiğine yönelik göğüs dikleştirme ameliyatı sırasında protez yerleştirilebilir. Bu protez memenin hem dolgunlaşmasını hem de büyümeyi sağlar. Meme dikleştirme ameliyatı 1-3 saat kadar sürer. Ayrıca çok az sarkmış memelerde sadece protez yerleştirilerek toparlama mümkündür. Ama sarkık memeli hastalarda büyütme ve toparlatma işlemleri bir arada yapılır. Meme dokusu yeterli ise toplama ameliyatı ile memeye istenen biçim verilir. Bu ameliyatlarda meme yapısı ve derisi toparlanıp meme ucu yukarı alınır, ameliyat sadece meme başından yapılabildiği gibi şekil bozukluğu fazla olduğundan meme altına kadar da uzayan bir kesi açılır.
Hasta ne zaman normal hayatına dönüyor?
Hasta ertesi günü işine dönebilir. Çok ağrı olmaz. Bandajlar 15 gün kadar memelerin şekillenmesi ve yaraların iyileşmesi için bekletilir. Bu süre boyunca kesinlikle sigara içilmemesi gerekir. Bandajlar 15 gün sonra çıkarılır, hastanın meme dikleştirme ameliyatı sonrası kendini zorlayıcı ya da yorucu aşırı kol hareketlerinden sakınması gerekir. 7-14 gün boyunca cinsel aktivitesi kısıtlanır. 2-3 ay kadar özel sütyenler kullanılır. Başlangıçta yukarı doğru ve biçimi bozuk gibi görünen meme yavaş yavaş yerçekimi ile aşağı doğru inerek ucu ve kendisi dik olarak son şeklini alır. Sarkık memelerden kurtulmak için yapılan dikleştirme ameliyatının ardından tam iyileşme 3-6 ay kadar sonra tamamlanır. Hastalar estetik bir müdahale yaptıracaklarsa mutlaka plastik cerrahlara gitmeleridir.
Gönderen ask zaman: Pazar, Mayıs 02, 2010 0 yorum
Etiketler: Kadın Sağlık